Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“15 yaşındaki oğlumu okula bırakıyordum. Birden gergin bir sesle ‘Baba, ben eşcinselim’ dedi. O an aklıma gelen sadece ona sarılmak oldu. Onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyebildim ve olduğu gibi kabul ettiğimi.”
Bu cümleleri söyleyen, Amerikalı papaz Danny Cortez. Los Angeles’ta bir Güneyli Baptiste kilisesinde görevli. Eşcinselliğe hiç de olumlu bakan bir insan değilken, rahiplik hayatında karşılaştığı itiraflar onu adım adım bu noktaya getirmiş: Öfkelenmek, inkar etmek, utanmak yerine çocuğunu olduğu gibi kabul etmek ve insanlarla da durumu bütün açıklığıyla paylaşmak, kiliseden kovulma riskini de göze alarak.
Kürsüye çıkıp eşcinselliğe bakışıyla ilgili yaşadığı değişimi insanların gözünün içine bakarak anlattığı video youtube’da mevcut. Oğlu Drew’un eşcinsel olduğunu dünyaya duyurduğu video da. Danny Cortez ve oğlu dürüstlüklerinin karşılığında cezalandırılmamışlar, aksine bir oylamayla kilise LGBTİ bireyleri dışlamayan bir ‘Üçüncü Yol’ kilisesine dönüşme kararı almış. Buna tahammül edemeyip gidenlerden geri kalanlarla elbette. Ve iki senedir Cortez her mecrada hikayesini paylaşarak insanların tekrar tekrar bu konuyu düşünmesini sağlıyor. “Eğer bana bir iki hafta ömrün kaldı deseler, son derece huzurlu giderdim” diyor, “Çünkü kalbimin büyüdüğünü hissediyorum”.
Hemen yanında başka bir haber; gzone’un sitesinde. Bu da bizim memleketten: ODTÜ’lü Nalan Bayar eşcinsel olduğu için uğradığı baskılara dayanamayıp ölümü seçmiş. Boğaziçi İşletme bölümü mezunu bir genç kadın, ODTÜ ikinci üniversitesi. 2013’ten beri dürüst olmaya, ailesine durumunu anlatmaya çalışmış. Önce kız kardeşlerine sığınmış, neredeyse linç ediliyormuş. Doktor olan ablası onu ölümle tehdit ederken, avukat olan erkek kardeşi öldüresiye dövmüş. Şikayetçi olursa kardeşinin avukatlık lisansı iptal olur, babası da onu evlatlıktan reddeder diye susmuş.
En sonunda kurtuluşu makina mühendisliği eğitimine Düsseldorf’ta devam etmekte bulmuş. Tamamen kendi imkanlarıyla. Sevgilisinin de yanında olmasını istediği için sığınma talebinde bulunmuş. Bu cümleler de ona ait: “Türkiye toplumunda bize ya gizlenmemiz ya da sürekli yalan söylememiz ve eziyet çekmemiz öğretildi. Kız arkadaşım, hayat eşimle birlikte artık tehdit ve hakaret görmeyeceğimiz, insanca birlikte yaşayabileceğimiz, LGBTİ bireylerini diğer insanlarla eşit kabul eden Almanya’ya sığınmak istiyoruz.”
Olmamış ama. Nalan da yalnızlığı daha fazla taşıyamamış, 28 Ağustos gecesi Düsseldorf’taki yurt odasından Türkiye’deki arkadaşlarına birer veda mesajı yollayıp gitmiş buralardan.
Arkadaşlarının ardından yazdığı bir mektup var. Hem son görevlerini yapıp bu zeki, parlak, hayat dolu kadının nasıl aile ve toplum baskısına yenik düştüğünü anlatmak istiyorlar, hem de kendisini Nalan gibi çaresiz hisseden başka insanların elinden tutmak.
“Cinsel kimliği yüzünden intiharı düşünen arkadaşlarımıza sesleniyoruz” diyorlar: “İçine düştüğün durum her ne ise yalnız değilsin, olmamalısın! Hayatın yükünü tek başına kaldırman gerekmiyor. Biyolojik ailenin yargılaması, dışlaması, hatta psikolojik ve fiziksel şiddet uygulaması karşısında yalnız ve çaresiz değilsin! LGBTİ birey olmanın ötesinde insan olmaktan kaynaklanan hakların olduğunu ve ihtiyaç duyduğunda pek çok LGBTİ organizasyonunun sana hukuki, psikolojik ve sosyal destek sağlayabileceğini aklından çıkarma. Bizler, Nalan’ın dostları... Artık senin de dostunuz. Yalnız ve yanlış değilsin!”
Aile değerlerinden, ‘muhafazakar’lıktan dem vuran, Batıyı ‘dejenere’ bularak eşcinselliği tukaka edenler için anlattım bu iki hikayeyi. Hangisinde gerçek bir aile birliği, sevgi, saygı görüyorsunuz? Sizce ‘dejenere’ olan aile hangisi? Çocuğunu kayıtsız şartsız sevip destekleyerek ona yalansız bir hayat sunan mı, onu doğruyu söylediğine bin defa pişman edip eziyet eden, yalnızlığa iten mi? Hangi aileyi seçerdiniz şansınız olsa?