Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Şu pandemi döneminde sıkça gündeme geldi, “insanın doğayla savaşı” meselesi. Yıllardır kendi yaşadığımız toprağa, soluduğumuz havaya, bizi hayata bağlayan suya, gezegeni paylaştığımız diğer canlılara karşı sürdürdüğümüz amansız savaşın sonuçları artık görmezden gelinecek düzeyi aşmıştı. Bugüne kadar kaynağı belirsiz yangınlar, su baskınları, yaz ortasında yağan dolular, tamamen karakter değiştiren iklim, gelmeyen kış, bitmeyen yaz, yok olan baharlar falan hep yok sayılarak geçiştirilmişti ama tam da kendimizi medeniyetin zirvesine ulaşmış zannederken, teknolojinin, bilimin efendisi olmuşken bir virüs bütün dünyayı esir alabildi. Artık anlaşılmış olması gerektiği üzere, bu savaştan galip çıkanın insan olması imkânsızdı.

Haberin Devamı

Biliyorum, “savaş” kelimesine ya da “doğanın intikamı” tabirine kızanlar var ama bir şeyi dört koldan tahrip etmek için bunca çaba harcayan bir türün derdine ne isim vereceğini bilemiyor insan. Şuursuzluk, aymazlık, bencillik, kötülük diye kademe kademe eli artırmak mümkün. Evet, karşımızda bize karşı intikam planları yapan bir düşman elbette yok ama sonuç değişmiyor: Fena halde köşeye sıkışmış durumdayız.

Sürekli artan vaka sayıları malum. Bilim Kurulu’ndan gelen açıklamalar da hiç öyle çoğu gitti azı kaldı, kötü günleri atlattık havası vermiyor. Salgın, bir süre önce “Korona diye bir şey varmış da ben hiç görmedim,” diyenlerin bile gözüne az çok görünmeyi başardı. Gerçi ben geçen gün maske takmak istemeyen taksi şoföründen işittiğim azarda gene karşı karşıya kaldım aynı parlak zihinle: “Korkuyorsan taksiye binme kardeşim” diye çıkıştı, “Madem hastalık var diyorlar, çıkma sokağa”. Hala “diyorlar”dayız.

Ayrıca bütün bunlar olurken biz o derece “normalleştik ki”, sağlığımızı tehdit eden ikinci faktör olan hava kirliliğinde hızla artış göstermeyi başardık. Dün DHA’nın haberi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Sürekli İzleme Merkezi tarafından raporlara göre, İstanbul’da hava kirliliğinin pandemi dönemine göre yüzde 12 artış gösterdiği şeklindeydi. Üstelik henüz havalar soğumadı, kaloriferler, sobalar yanmaya başlamadı. Yaz döneminde düşmüş olması gerekirken yükselen bir orandan söz ediyoruz. Pandemide gayet güzel düşmüş olan bir orandan. Yani insanlar işe güce gitmez, evlerinde oturur, faaliyetlerini minimuma indirirken azalan kirlilik, biz harekete geçince artıveriyor. Bilmiyorum hani hareketlerimizi bir gözden geçirmenin zamanı mı? Hala mı değil?

Haberin Devamı

İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Toros, “Dünya Sağlık Örgütü diyor ki, her yıl ortalama yedi milyon insan hava kalitesinden dolayı ölüyor. Bu hava kirliliği hepimizin sorunu olduğuna göre, hepimizin bu hava kirliliğini nasıl azaltabiliriz şeklinde çalışmalar yapmamız gerekiyor,” diye anlatıyor haberde. İnsanın içi cız ediyor. Buna nasıl inandıracağız, daha virüsten emin olamayan kuşkucu milleti? “Hava kirliliği öldürüyor” diyeceğiz ikna olmayacak, altında bit yeniği arayacak, “bize bir şey olmaz” diyecek, komplo teorileri üretecek, Dünya Sağlık Örgütü’nün bir oyunu olamaz mı mesela?