Sezen Aksu’ya vurmak moda şu sıralar. Berkin Elvan’ın ardından yazdığı satırların samimiyeti sorgulanan hatta tepkisi babasının Fethullah Gülen’le yakınlığına bağlanan Aksu’nun geçmişi de benzeri samimiyet sınavlarıyla dolu
Sezen Aksu bir tabudur”dan “Sezen Aksu’ya vurmayan vatan haini”ne geçişimiz çok hızlı oldu... Zaten perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Bir süredir ondan en dile dökülemez duygularımızın tercümanı, en baş edilmez kederlerimizin dert ortağı payesini almış, yerine “hükümet destekçisi,
AKP yandaşı” yaftasını yapıştırmıştık. Ağzını açıp
ne söylese buna yoruluyor, karşıt bir cümle kuracak olsa da hemen samimiyet terazisine oturtulup yine haksız çıkarılıyordu. “Rüzgar nereden eserse oraya döner” demekten çekinmiyorduk Aksu için. Bunca yıldır şarkılar yazmaktan başka bir kabahati olmamış bir insanı böyle acımasızca “dövmek” nasıl en doğal hakkımız olabilir, düşünmeden... Hatta belki de bugüne kadar onu “çok sevmiş olmamızın bedeli” olduğuna inanarak...
Sağlığını bozan ilk evliliğini ailesine kafa tutarak yaptı
Özetle, Sezen Aksu epeydir bütün öfkelerimizin baş hedeflerinden biriydi. Gezi Parkı’ndaki gençlerin önünde saygı ve sevgiyle eğilecek, heyecanla onları alkışlayacak mı oluyor, “Hop, sen kim oluyorsun da bu konuda konuşuyorsun, yetmez ama evet derken iyiydi değil mi?” cevabı geliyordu. Berkin Elvan için yüreği yanarak birkaç satır mı kaleme alıyor, gene aynı şey... “Sen yandaşsın, ‘biz’den değilsin”... Görünmez bir el bir çizgi çekti, bunca yıllık Sezen Aksu’yu da “karşı” tarafa çizdi, artık bütün dertlerimizin biricik sorumlusu o. En son Yılmaz Özdil’in satırlarıyla iyice keskinleşti o çizgi: Yeni bir bilgi değildi yazdıkları; Sezen Aksu’nun babası Sami Yıldırım, Fethullah Gülen’in açtığı okullardan birinin müdürüydü. Ve Sezen Aksu’yu hükümetle cemaatin arası iyiyken AKP’nin yanında saf tutup işler tersine dönünce Tayyip Erdoğan’a karşı çıkmakla suçluyordu Özdil. Özetle diyordu ki açılıma destek verirken de, Berkin için gözyaşı dökerken de kendi fikri
yok bu insanın. “Ağla Firuze ağla” diye tamamlıyordu eserini. Ağlasındı Sezen Aksu. Değil mi ki “rüzgar nereden eserse” oradan söylüyordu şarkısını...
Peki acaba o rüzgar bugüne kadar nerelerden esmişti? 1954 yılının
13 Temmuz’unda öğretmen bir anne-babanın çocuğu olarak dünyaya gelen İzmirli kız kimlerin yanında saf tutmuştu hayatında?
Çocukluğuna dair en iyi bildiğimiz şey, her fırsatta şarkı söyleyen, dikkat çekmeye çalışan komik bir kız olduğu ve mini eteğini babasından gizli merdiven altında giyip sokağa çıktığı... Sağlığını bozan ilk evliliğini ailesine kafa tutarak 17’sinde yaptığı, yedi ay sonra ölümün eşiğinden baba evine döndüğü... Pek akıllı uslu, uyumlu bir genç kız portresi sayılmaz.
Kırmızı saçları, apartman topuklarıyla Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okurken kendisini “Burası pavyon değil okul” diye azarlayan jeoloji asistanı Engin Aksu ile evlenmiş ve ilk kez kitap okumaya, fikir tartışmalarına girmeye başlamıştı. Ama asıl kendisini keşfetmesi, insanı hayvandan ayıran en önemli özelliğin düşünceleri değil duyguları olduğunu söyleyen bir makale ile olmuştu. Karar vermişti, duyguların peşine düşmeye.
Daha 20’lerinin başında “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler” diyordu...
Öyle bir damar vardı ki sözlerinde, bu halkın duygularına cuk oturuyordu. Hayatlarının dönemlerini Sezen Aksu şarkılarıyla ayıran kuşaklar yetişmişti... “Ağlamak Güzeldir” ile ilk aşk acısını utanmadan yaşayan, büyüdükçe “Sarıl bana, seni istiyorum, gel” demekten utanmayan, klişe “namus” kurallarına nanik yapabilen kuşaklar... “Ünzile” ile sekizine varmadan kocaya verilen kızlar, “Son Bakış” ile 17’sinde idam edilen Erdal Eren geçiyordu şarkılarından. Evet, sözleri Aysel Gürel’e aitti ama o dönemde bir pop albümünde rastlayacağımız türden şarkılar değildi bunlar. Sezen Aksu etrafta olan bitene dair de söz söylemek istiyordu. Fakat popüler bir alanda nefes
alan biri için riskli bir seçimdi bu; birileri alkışlarken diğerleri yuhalayacaktı.
Her dönemde geçer akçe olmak isteyen
birinin seçeceği yol değildi yani.
Diyarbakır’da yüz binlerle bir ağızdan şarkı söyledi
Nitekim 1996 yılında Cumartesi Anneleri hakkında bir şarkı yaptı ve kıyamet koptu. Sezen Aksu kimdi ki bu konuda şarkı yapıyordu? Onu hiç Galatasaray’da annelerin yanında görmüş müydük ki? Bu ülkede Cumartesi Anneleri’ne destek veren bir şarkı yapmaktan kimin ne fayda umabileceği konusu gündeme gelmedi pek...
Bu arada müzikal olarak da tutturduğu yerden devam etmektense, İzmir’den aşina olduğu “mozaiğin”, bu ülkenin sesinin peşine düşmüştü. 1993’te “Deli Kızın Türküsü” ile yönü belirlenmiş, 1995’te “Işık Doğudan Yükselir” albümüyle adı konmuştu bu arayışın. Sığınılıp avaz avaz söylenecek şarkılar yazıyordu... 2002 yılında, Diyarbakır’da Nevruz kutlamalarında görüyorduk Sezen Aksu’yu. Kendi deyişiyle “Yirmi sekiz yıldır sivil hareketlerin dışında, her türlü siyasi görüş ve tavra eşit mesafede durmaya çalışan Egeli Sezen, Diyarbakır’ın orta yerinde yüz binlerle bir ağızdan şarkı söylüyor”du. Bunu, “Türkiye Şarkıları” adlı konser dizisi izliyordu. Türkçe, Ermenice, Rumca, İbranice, Arapça, Kürtçe şarkılar söylüyordu Sezen. Kimden tepki alıyordu bu sefer? Ege Ordu Komutanı
Org. Hurşit Tolon’dan: “Böyle bir
konser için bugünü mü buldular?” diyordu, “Türkiye mozaiği adı altında anlamsız bir konser verilmesini şüpheyle karşılıyorum.” “Bugün” dediği, konserlerden birinin denk geldiği 30 Ağustos’tu...
2005’te bu sefer, kız çocuklarının eğitimi
için 22 konserlik bir kampanya, bir de albüm yapıyordu: “Kardelen”. 2008’de “acı yoğun” bir albüm çıkarıyordu: “Deniz Yıldızı”. Hrant Dink için yazdığı “Güvercin”i koyuyordu içine... “Bir büyük gözaltı hayatımız / Ölü çocuklar coğrafyasında” diye dile döküyordu isyanını... “Memet daha çok küçüksün Memet / Bilemiyorsun tabii neden bu sonsuz nöbet” dediği askerden “Kendini de, bizi de, dünyayı da affet” diye özür diliyordu... Ve Onno Tunç’a döküyordu içini: “Yol arkadaşım gördün mü, duydun mu olup bitenleri? / Kıskanıyor insan bazen, basıp gidenleri / Yalnızlaşmışız iyice / Üstelik de alışmışız /
Hiç beklentimiz kalmamış / Dosttan bile”...
Yazdığı her bir satır için samimiyet sınavı vermesi beklendi. Hrant Dink’in ölümü içini yakıyor muydu sahiden? Peki gerçekten üzülüyor muydu Mehmetçik için “Samimiyetle”? Tıpkı şimdi Berkin Elvan için “sahiden” yüreğinin yandığını ispat etmesinin beklenmesi gibi... Hatta birçoğu çoktan kesmiş bile hükmü... Değil mi ki zamanında referandumda evet oyu vereceğini açıkladı ve çözüm sürecini desteklediğini söyledi, artık yaptıklarının ve yapacaklarının hükmü yok... Gezi olayları sırasında birini belli bir konuda desteklemenin onunla dört dörtlük uzlaşmak anlamına gelmediğini söylemeye çalıştı ama dinleyen kim?
Şarkılarıyla şekillenmiş birçok anımızı çöpe mi atacağız?
Bir insan hayatının çeşitli dönemlerinde farklı şeylere inanabilir, kendince haklı sebeplerle size göre hatalı adımlar atabilir.
Ne yapacağız yani, Sezen Aksu şarkılarıyla şekillenmiş bunca anımızı çöpe mi atacağız? Dinlemeyecek miyiz bundan sonra yazacağı şarkıları? O “Soğukkanlılığını, muhakeme yetisini kaybetmiş bir kibir, iktidar ve güç zehirlenmesinden doğan bir vicdan tutulması Berkin’i de aldı. Gülüşünü, çocukluğunu, gençliğini, hayallerini, hayata katacağı artıları, değerleri...” dediği zaman “Çok geç” deyip arkamızı dönüp gidecek miyiz? Yol arkadaşı, Onno Tunç’u kaybettikten sonra konsere çıktığında binlerce insanın hep bir ağızdan “Sen Ağlama”yı söylediği “haninin” Sezen’ine “Hadi ağla Firuze!” demek bu kadar kolay mı yani? n
GEZİ
“Çocukların şarkısı daha güçlü”
Gezi Parkı’nda verilecek konserde adı geçen Sezen Aksu, daha sonra iptal olan konsere katılmama sebebini şöyle açıklamıştı: “Orada bir şarkı söylenecekse bile
ben kendi adıma hiç
kimse olarak gidip
orada yanlarında durmak ve ellerini tutmak
isterim. Çünkü bizim kurabileceğimiz cümlelerin çok daha ilerisinde, yepyeni bir dünya önerisi olan yepyeni bir cümle kurdular. Bunu çok saf, çok temiz ve olgun bir enerjiyle yaptılar. Dolayısıyla karşılıklı bir uzlaşmaya gidecek ortak müzakere yolu gerçekleştikten sonra bir şenlik olduğunda seve seve yer almayı düşünürüm ama şu anda dediğim gibi bu çocukların şarkısı
ben de dahil hepimizin söylediği şarkılardan çok daha güçlü. Ona eşlik etmekten yanayım.”
BERKİN
“Sen bizi birleştiriyorsun Berkin”
“Berkin, oğulcuğum, güzel çocuğum. Kavrulan kalbim, sızlayan ciğerim. Akılla açıklamam mümkün değil, sadece hissim o ki senin kaybının yarattığı dönüştürücü güç, biz yaşayanlara hiç nasip olamayacak belki de... Bizi duyduğuna inanarak söylüyorum, sen de senden önce giden abilerine söyle; iyi ve namuslu insanlar var bu dünyada, hem de çok! Ve kazanacaklar sonunda; bilmiyorum nasıl, ne zaman ama illa ki... Hayat ileriye akar. Bazen 16 kilogramlık bir çocuk bedeninin üzerinden yükselerek, yeniden anlamlanır. Görüyorsun değil mi, sen bizi birleştiriyorsun şu anda.”
ŞEHİTLER
“Çocuğumun yaşayamadığı toprağı ne yapayım?”
Sezen Aksu 2001 temmuzunda Açıkhava konserinde bir gün önce Diyarbakır’da şehit
düşen 13 askerden söz etmiş, “İki gündür bu olaylar nedeniyle herkes gibi benim de gözüme uyku girmiyor” demişti:
“30 yıldır çözülmeyen sorun artık bitsin! Acıyacak, kanayacak yerimiz kalmadı. Konuşmaya gelince herkes. ‘Biz çok iyiyiz, biz çok güçlüyüz, bizden iyisi yok’ diyor. Fakat çocuğumun yaşayamadığı toprakları
ne yapayım! Çocuklarımızın ölmesini engelleyemiyoruz ya.”
Aksu’nun bu söyledikleri de AKP’ye yakınlığıyla açıklanmış, Aydınlık gazetesinin haberine göre Taner Öngür’ün “Sezen Aksu
çok uyanık kadın, olayları kendisi için kullanmayı
çok iyi başarır. Sanırım kasetinin reklamı için çok uygun bir fırsat yakaladı” demesine neden olmuştu.