Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dizilere, filmlere tek derdim bu olarak değilse de bir yanından “kadın bunun neresinde?” diye bakan bir izleyiciyim. Neden ana karakter kadın değil, neden kadınların hikâyesi daha çok anlatılmıyor gibi bir şeyden söz etmiyorum. Daha indirilmiş bir beklenti çıtası benimki. Bu anlatıla anlatıla bitirilemeyen erkekler dünyasında kadın nerede? Hani birinci değil, ikinci değil, peki, üçüncü, dördüncü sırada bile mi yok? Ya da varsa nasıl var? Bir buzdolabının üzerine yapıştırılmış magnet kadar mı yeri yani? Ya da bir kafe masasında donmuş, sürekli aynı cümleyi tekrarlayan dırdırcı bir büst müdür? Bu mudur?

Haberin Devamı

Dijital platformlar pek çok anlamda bir umut, bir nefes alma alanı oldu, artık başka hikâyeler de izleyeceğiz, içinde sahici karakterler, farklı bir bakış açısı olacak dedik, ben de kendi adıma bu sözünü ettiğim taleplerime bir karşılık bulurum zannettim, sonuç ‘şimdilik’ bu minvalde. Netflix’te büyük umutlarla karşısına geçtiğimiz “Azizler” (Berkun Oya  Taylan Biraderler) Binnur Kaya gibi dört başı mamur bir oyuncuyu Haluk Bilginer’in oynadığı Erbil’in ölmüş karısı olarak buzdolabının üstüne, gayet yetenekli bir komedyen olan İrem Sak’ı da yine ana karakterlerimizden Aziz’in (Engin Günaydın) sevgilisi olarak kafe masasına mahkûm etmeyi uygun bulmuştu. Erkeklerin hayatı, maceraları devam etti, onlar da ait oldukları sabit noktadan yeri geldikçe dırdırlarına devam ettiler. Çünkü kadın dediğin söylenir, söylenir, söylenir. Sen dinlesen de söylenir, dinlemesen de söylenir. Pardon, bir kadın karakterimiz daha var, gene çok iyi bir oyuncu olan Gülçin Santırcıoğlu tarafından canlandırılıyor, onun da tek işlevi Erbil’in hayallerini süslemek. Böyle yetenekli kadın oyuncuları böyle değerlendirmek üzücü bir tercih.

En son bir heves BKM yapımı son dijital dizimiz “50 m2”nin (Burak Aksak  Selçuk Aydemir) başına oturdum. Ama oturmadan önce bir kasta baktım ve saydım. İlk 12 oyuncu ismi arasında tek bir kadın ismi vardı numunelik; Aybüke Pusat. Görece ağırlıklı da bir karakter. Kendisiyle ilgili bir derdi, hayattan bir beklentisi var mı, dördüncü bölümün sonunda pek bilmiyoruz ama fiziksel olarak var mı, var. En azından çekip çevirdiği bir işi var. Gerisi tamamen bir mafya hesaplaşması, bir tetikçinin geçmişine dair sırları keşfetmesi, intikam alması vs. Hani hasret kaldığımız, “bir dijital platfotm olsa da izlesek” dediğimiz türden bir hikâye değil ama Burak Aksak’ın kaleminde zaman zaman kendisini gösteren mizah, artılar hanesine yazılabilir.

Haberin Devamı

Neyse, bütün bunlar olurken BluTV’de başlayan “Bonkis” (Deniz Tezuysal  Emre Erdoğdu) “Nihayet” dedirtti. Bir kere ortada 35 yaşına gelmiş ve derdi evlenmek olmayan bir kadın var, Deniz. Aksine bir tek meselesi var hayatta: Batmakta olan kafesi Bonkis’i kurtarmak. Hani o derece ki eski sevgilisinin evlendiğini duyduğunda bile kahrolmuyor, hala anne babasından borç mu alsın, bir ortak mı bulsun gibi dizilerimizin gözünde ‘erkek işi’ sorunlar meşgul ediyor kafasını. Arada karşısına çıkan flört ihtimallerini es geçmiyor ama bundan potansiyel koca olur mu diye de bakmıyor. Yani ısrarla tekrar etmek istiyorum; koca aramıyor. Yetmezmiş gibi zeki, komik ve hazırcevap. Arada kimi sarsaklıklar yapıyor ama bunları bir erkeğin gözüne bakarken eli ayağına karıştığı için değil, normal bir insan olduğu, o an kafası karışık olduğu, borçlar harçlar boyunu aştığı için falan yapıyor.

Haberin Devamı

Bütün bu sahiciliğini ve farklılığını muhtemelen hayatta benzeri dertlerle karşılaşmış, Moda’da Bonkis adlı bir kafe de işletmiş olan Deniz Tezuysal tarafından kaleme alınıyor olmasına borçluyuz. Ayrıca kendisi gibi aynı zamanda mimar olan karakteri de Deniz Tezuysal’ın kendisi oynuyor. Ortaya da “cesur bir kadın işi yapıyoruz ey ahali” diye davul zurnayla duyurulmayan, bu koşullar içinde olabildiğince cesur bir iş çıkıyor.