Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kadına ve çocuğa gösterilen şiddetin “bir seferliğinin” olmayacağını, bir erkek bir kere kendisinden boşanmak isteyen karısının boğazını kesmeyi denemişse bunun devamının geleceğini kabul etmek bu kadar zor olmamalı. Sürekli sonunu baştan tahmin edebileceğimiz aynı kötü korku filmini izliyoruz. Adamın biri karısına zulmediyor, kadın o zulme ölene kadar katlanırsa ne âlâ. Yok, kendisinde bir güç bulup ayrılmaya kalkışırsa tehditler, eziyetler artıyor, bir güç daha bulup şikâyetçi olursa adam ifadeye çağırılıyor, en fazla bir uzaklaştırma cezası alıyor ya da duruma göre üç beş ay yatıp çıkıyor ve biz kısa süre içerisinde ya o kadının ya çocuklarının başına bir şey geldiğini görüyoruz.

Üzerine de isyan dolu cümleler kuruyoruz: “Cinayet göstere göstere geldi”. Hatta şaşkınlık dolu cümleler: “Adeta başına gelecekleri sezmişti”. Hayır, medyum olmaya gerek yok ki, bunu yapan bir daha yapıyor. Biz neden şaşırıyoruz, asıl o belirsiz. “Karısı kendisinden şikâyetçi olunca çok pişman oldu, hatasını anladı, şimdi ideal bir koca ve şefkatli baba” diye bir vakaya rastladık mı hiç?

Şu anda hepimizi kahreden Ceylan gibi vakalara çok rastladık halbuki. Gaziantepli Müslüm Aslan, Ceylan’ın ve iki kardeşinin babası, karısını sürekli döven bir erkek. Rukiye Aslan buna dur diyecek gücü kendisinde bulabilen kadınlardan biri. Bunun bedelini, 2019 Mayıs’ında boğazına aldığı makas darbesiyle yaralanarak ödemiş, canını zor kurtarmış ve üç çocuğuyla babasının yanına sığınmış.

Karısını boğazını keserek yaralayan Müslüm Aslan 2019 Kasım’ında tahliye olmuş, yani bir yıl bile kalmamış cezaevinde ve gene bütün benzerleri gibi çıkınca karısıyla barışmaya çalışmış. Kabul edilmeyince ikinci klasik koz olan çocuklarını özlemiş olma bahanesini denemiş. Sonuç; onları götürdüğü evden dokuz yaşındaki Ceylan’ın ölüsü çıktı. Hortumla döve döve öldürmüş çocuğu, artık bu saatten sonra hangi sıfatı koyarsan koy, “Cani baba” de, “Olmaz olsun böyle baba” de, ne dersen de, geçmiş olsun.

Sosyal medyada bu konuda tartışılanları da aklım almıyor. Güzelim çocuğun fotoğrafının altında “Bir kere adam infaz yasasıyla çıkmamış ki, kasım ayında çıkmış” kavgası ediliyor. Ne fark eder acaba? Gerçek şu değil mi? Bu adam karısının boğazını kesmiş, öldürmeyi başaramamış. Bir yıl geçmeden elini kolunu sallayarak sokakta geziyordu, bu sefer başardı, çocuğunu öldürdü. İnfaz yasasına dair kurulmuş ve kurulacak onlarca cümleyi anlamsız kılmıyor mu bu? Çocuğun canı gitti ve evet, gene göz göre göre gitti. Konu tamamen bu. Koruyamadık onu.

Bugün 23 Nisan. Koronavirüs salgını olmasa Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 100. yılını başka türlü kutlayacaktık kuşkusuz. Gene zoom’larda, canlı yayınlarda ve evlerde birtakım hazırlıklar yapılmakta. Etkileyici, duyguları coşturan reklam filmleri de dönüyor ekranda. Bayrakları asalım, şarkılar söyleyelim, çocukluk resimlerimizi paylaşalım, “Sevinin küçükler, övünün büyükler” tamam, fakat daha acil derdimiz, sevinmesini beklediğimiz çocukları sokaktaki ve evdeki tehlikelerden koruyabilmek, onlara sağlıklı ve güvenli bir gelecek -ve tabii bugün- sağlayabilmek. Büyükler olarak çocuk bayramını “övünerek” kutlamaya asıl o zaman hakkımız olur.