Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hayata teşekkür ediyorum, bana tüm verdikleri için. Sahneye çıktığım her an benim için büyük bir mutluluk oldu. Bir daha çıkamayacakmışım gibi sarıldım ona, sonuna kadar keyfini yaşadım. Böyle geçti şu yeryüzünde bana tanınmış olan süre. Dilerim böyle devam eder sonuna kadar. Çünkü yolculuk devam ediyor. Hâlâ”.

Bu cümleler bitip de “Dostların arasındayız / Güneşin sofrasındayız” şarkısı eşliğinde jenerik akmaya başladığında fark ettim yerimde çakılıp kaldığımı. Bir buçuk saat bir masalın içinde gezinmişim, zamanın geçtiğini fark etmemişim. 1930’ların sonunda başlıyor masal, İstanbul’da. Kahramanımız daha çocuk yaşta fark ediyor ki ait olduğu yer sahne, gerçek hayat onun için orası. Ama sınıf ikincisi olduğunda “Neden birinci olamadın?” diye soran babası “Oyuncu mu olmak istiyorsun? Bu evde mümkün değil” deyince üniversiteye gidip psikoloji diploması alıyor eline, özgürlük belgesi niyetine.

Haberin Devamı

Öğrenciyken amatör olarak başlayan oyunculuk macerası hızla tiyatronun büyük ustalarıyla sahneyi paylaştığı, giderek kendi tiyatrosunu kurduğu, kendi sözünü söylediği, kendi oyunlarını sahnelediği bir “hayat memat meselesi”ne dönüşüyor. Bu yani, onun bu dünyada bulunma sebebi bu. Bir görevi var. Sahnede nefes almak, “insanları mutlu etmek, onlara ümit vermek, yalnız olmadıklarını hissettirmek”.

Bunu yaparken hayat ona her türlü kolaylığı sunmuş da mı bugün ona teşekkür ediyor? Tabii ki hayır. Masal bu ya, tutkuyla sevdiği, samimiyetle, dürüstlükle bağlandığı tiyatro, her seferinde bir daha çıkamayacakmış gibi sarılıp keyfini çıkardığı sahne, kahramanımıza yetiyor. Bu yolda karşılaştığı her türlü güçlüğü gülerek göğüslemeyi, savuşturmayı biliyor. Bu herhalde parayla pulla ölçülemeyecek bir zenginlik olmalı. Yoksa ne bileyim, oyunda (“Asiye Nasıl Kurtulur?”) sustalı var diye gözaltına alınan, ya da başka bir sudan gerekçeyle oyunları yasaklanan, yedi yıl pasaportuna el konup çağrıldığı festivallere, burs kazandığı ABD’ye, Avrupa’da çekilecek filminin setine, daha da fenası kızının yurtdışındaki kalp ameliyatına gidemeyen bir insan neden kendini şanslı hissetsin? Neden Paris’te önünde açılan kariyer kapılarını “ülkemde daha faydalı olurum” diye kapatsın? Neden caymasın bu “yolculuk”tan?

Haberin Devamı

Yolculuk devam ediyor, hâlâ

Genco Erkal’ın engellerle, engebelerle, çıkışlarla, inişlerle dolu altmış yıllık tiyatro hayatını kendi cümleleriyle, kendi yaşadığı, doğduğu, büyüdüğü yerlerde dolaşarak anlattığı bir belgesel, “Genco”. Son dönemde Metin Akpınar, Haldun Dormen, Yıldız Kenter belgesellerinde de imzası bulunan Selçuk Metin’in yönettiği belgesel, Enka Sanat Yapım sponsorluğunda hayata geçirilmiş. Genco Erkal’ın rehberliğinde koca bir tiyatro tarihinde de geziniyoruz, mümkün olduğunca. Biraz kısıtlı alanda, çünkü Erkal’ın 55 oyun yönettiği, 80 oyunda oynadığı, dokuz çeviri, 23 uyarlama yaptığı, bir de oyun yazdığı altmış seneden geriye pek az mekân kalmış durumda. “Burası Arena Tiyatrosu’ydu, burada 1965’te Aslan Asker Şvayk oynadık” diyor mesela, biz bir otelin pencerelerine bakıyoruz. 1973 - 78 arasında sahneye çıktığı Ümit Tiyatrosu’nun yerinde otopark var, 1972’de “Abdülcanbaz” yaptıkları Elhamra’nın tiyatro olduğu günleri anımsayan yok… Gibi.

Haberin Devamı

Ama işte dediğim gibi, ne istediğine çok küçük yaşta karar vermiş, bu uğurda da hâlâ genç ve kararlı adımlarla yürüyen “şanslı” bir insanın hikâyesini anlatıyor, “Genco”. Film yarın saat 19.30’da Müze Gazhane’de gösterilecek, ardından da Genco Erkal ile söyleşi olacak.