Engin Günaydın, yakında “Monk” uyarlaması “Galip Derviş” ile ekranda olacak. Bu hafta SİYAD’dan en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Günaydın, kafasının içinde onu mutsuz etmek için çalışan bir sürü tip olduğunu söylüyor
Yıllar önce sahnede izlemiştim Engin Günaydın’ı, “O Hikayedeki Mal Benim” diye bir tek kişilik gösterisi vardı. Bir insan kendisi hakkında nasıl bu kadar açık, samimi olabilir diye şaşırmıştım çünkü kendisiyle çok dalga geçiyordu, öyle “Bana bakın bana, çok şahaneyim, çok zekiyim, şimdi sizi acayip güldüreceğim” halleri hiç yoktu. Ama çok yetenekli ve çok komikti. Birçok dizide, filmde oynadı, sonra “Vavien”i yazdı, Sadece iyi bir oyuncu değil, çok iyi de bir senaryo yazarı olduğunu öğrendik. Onda hâlâ bir havalanma görülmedi. Hep aynı ‘içine atan’ çocuk olarak kaldı.
Engin Günaydın önümüzdeki ay Kanal D’de yayınlanacak “Monk” uyarlaması “Galip Derviş”le çıkacak karşımıza. Obsesif kompülsif bozukluk yaşayan, kimsenin görmediği detayları görüp cinayetleri çözen dedektif... Bu hafta “Yeraltı” filmiyle Sinema Yazarları Derneği’nden en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı... Temmuzda yeni senaryosunun çekimleri başlayacak... İyi bir yıl yani...
Engin Günaydın’ın Kabataş’taki evine giderken daha kapalı ve mesafeli birini bulacağımı sanıyordum. Ama öyle değil, konuşkan, iç dünyasını açmaya gönüllü... Ve o dünya çok zengin, çünkü hâlâ “içine atıyor”.
“Monk”u uyarlamak sizin fikriniz mi, yoksa öneri olarak mı geldi?
Ben diziyi bilmiyordum. Bana bir arkadaşım, senaristi Ahmet Saatçioğlu geldi, “Ben bu projeyi sana çok yakıştırıyorum, yapar mıyız?” dedi. İzledim, hikayesini çok sevdim. Adamı oynaması da çok zevkli. Biraz iç dünyasında yaşayan insanları ben seviyorum, o da böyle bir insan.
Siz sever misiniz polisiye?
Bu proje polisiye öğelerini taşıyor
fakat işleniş tarzı biraz enteresan. Adamın psikolojisinden de kaynaklanıyor, ondan dolayı ilgimi çekti. Normal bir polisiye olsaydı, istemezdim açıkçası.
Sizin karakteriniz Monk’a ne kadar benziyor?
Ana özelliği karakterin, obsesif kompülsif bozukluğa sahip olması. Uruguaylı bir oyuncu da oynasa aşağı yukarı rolü aynı oynar. Ben de orijinal kodlarına uygun oynuyorum.
Karakterinizin adı Galip. Babanızın adı. Tesadüf mü?
Babamın adını bilmiyordu senarist.
İlk “Galip Derviş düşünüyorum” dediğinde babamın ismi olması çok hoşuma gitti.
Her “Galip” dendiğinde aslında bir hoş oluyorum, babamı yanımda hissediyorum.
“Çocuk yapmayı hiç düşünmedim, biraz da ülkeye güvenemedim”
Babanızla ilgili “Son aylarında tanıdım onu” demişsiniz...
Evet. Bizde çok yakın ilişki kurulmaz. Sarılma yoktur, “seni çok özledim”, böyle filmlerde olduğu gibi, bilmiyoruz yani. Abinle sarılamazsın, ablanla sarılamazsın. Babamın son dönemlerinde o kırıldı. Yaptıklarımızın saçma olduğu ortaya çıktı. Babam öldükten sonra abilerime, ablama, anneme düşkünlüğüm çok arttı. Şimdi sarılıyorum, elini tutuyorum, beraber yürüyorum, çok tutkunlaştık birbirimize karşı. Bana babamın mirası bu oldu.
O son ayları yazacağınızı söylemiştiniz. Ne aşamada o?
2013 Temmuz ayında çekimlere başlanacak, adı “Ağlamak Yok”. Zeynep Özbatur yapımcısı oldu. Taylan’lar (Durul ve Yağmur Taylan) çekecek.
Siz oynayacak mısınız?
Aslında ben oynamak istemediğimi söyledim çünkü filmin senaristiyim zaten. “Ben yazıyorum, ben oynamalıyım” düşüncesi rahatsız ediyor beni çünkü bu yönetmenlerin özgür dünyalarını bozar.
“Vavien”de Settar Tanrıöğen’in söylediği “İçine atma” annenizin lafıymış...
O bana söylediği bir şeydir. İçine atmanın bir hastalık habercisi olduğunu düşünür hep. “İçine attı, içine attı, ondan sonrasında öldü gitti” gibi bir düşüncesi vardır. Bundan çok korkuyor.
Peki siz içinize atar mısınız?
İlişkilerde, özellikle kadın-erkek ilişkilerinde biraz fazla içime atarım. Ondan dolayı da ilişkilerden çok korkarım. Tartışamam mesela. Kendimi açamam, “Ben şöyle düşündüm, böyle düşündüm” diyemem, biri bir laf ettiği zaman kalırım.
Kalabalık bir ailede büyümüşsünüz, sonra da arkadaşlarınızla aile duygusunu sürdürmüşsünüz. Evlenip bir sürü çocuk yapmayı düşünmediniz mi?
Hiç düşünmedim. Biraz kendime de güvenemedim, ülkeye de güvenemedim. Sürekli her şeyi silbaştan yapabilen, bütün değerlere anında “Allah belanı versin” diyebilen bir ülke. Onun için bir türlü güven vermiyor bana.
Balçiçek İlter’e “Kendimi bu ülkeye ait hissetmiyorum” dedikten sonra “Ben ne dedim?” dediniz mi?
Ben konuşmalarımı planlayan birisi değilim, içimden geldiği gibi konuşuyorum. O an düşünmedim bunu da, sonrasında
bu ön plana çıkınca düşünmeye başladım. Acaba ben ne dedim, bunu bir sorayım. Gittim anneme sordum, abilerime sordum, ablama, arkadaşlarıma sordum, “Allah aşkına söyleyin, siz kendinizi bu ülkeye ait hissediyor musunuz? Bende ‘hayır’ cevabı çıktı da sizde ne?” Sorduğum hiç kimse “Evet” demedi. Herhalde bu konuda yalnız değilim. Böyle bir yetiştirilme olmuş, insanın içine böyle bir duygu girmiş demek ki. Ben sadece bunu ifade ettim. Hep böyle bir maraba kültürü vardır bizde. Bu ülkenin insanları hep maraba gibi görüldüğü için, sahipleri değişir, ağalığa benziyor biraz. Ben de herhalde kendimi bir maraba gibi hissediyorum.
“Sevgililerim beni tanıyamadıklarını söylerler”
Yazmaya nasıl başladınız?
Hayal kurmaya başlayarak. Senaryo yazmak benim rehabilite alanım. Konservatuvarı bitirip “Oyunculuk bana göre değil” düşüncesi yer ettikten sonra başka işler aradım. “Esnaflık mı yapayım acaba, sermaye yok, yazayım bari” durumu oldu. 22-23 yaşlarında “Dış Kapının Mandalları” diye bir dizi yazdım. Ama yetkin olduğumu düşünmedim çünkü cahil buluyordum kendimi, “Nasıl yazarsın sen, bir soru sorsalar cevap verebilecek misin?” derdim hep. Kendime hâlâ senarist demem, oyuncu diyebilirim, en azından diplomam var, “Ona bakabilirsin” derim.
Bu “biri soru soracak” durumu nereden geliyor?
Var öyle bir durum evet, biri bekliyor beni, dersimi vermek için, ondan dolayı hep temkinli davranıyorum. İçimde zaten her türlü adam var. Gerçekten içimde konuşanlardan nefret ediyorum. O kadar kötücüller ki, mesela kendime aynada bakıyorum, “İyi miyim ya?” “Rezalet” diyen var... Mutluyum falan, “Bok mutlusun”... Bara gidiyorum, “Ooo eğleniyor musun, iyi peki şu şeyler ne olacak, hiçbirini düşünmüyorsun” falan. Sürekli kötücül. Beni mutsuz etmek için çalışan bir sürü tip. Bir kahveye benziyor zihnim. Okey oynuyorlar, taş sesleri falan var, gürültülü bir yer.
Bir sevgiliniz olduğunda bu kalabalıkla nasıl baş ediyor?
Sevgililerim beni tanıyamadıklarını, çözemediklerini söylüyorlar. Ben de
“Ben de çözemiyorum” diyorum. Bazen çözüyorum, her şey yolunda gibi duruyor, sonra o trafik tekrar başlıyor. Benim kendi içimde çok büyük sorunlarım var zaten. Ne zaman acıktığımı bilmiyorum, bir anda tansiyonum düşüyor, yerlere düşüyorum. Durumumu anlayamadığım zamanlarım oluyor.
Babanızın ölümünden sonra sevgilinizden ayrılmışsınız. Ne değişti?
Her şey değişti aslında. Çünkü babamın benimle son günlerindeki ilişkisini görünce “Aşk herhalde böyle bir şey” dedim. Orada bir doz gördüm, burada o doz yok.
O zaman niye bu ilişkinin içinde olayım ki?
İlişkilerin özgürlüğü kısıtladığını düşünüyor musunuz?
Bizde öğrenilmiş bazı şeyler var: “Ben sevgilimi kıskanırım!” Çevresinden öğrendiği şeyleri sana yapmaya başlıyor ve bundan hiç hoşlanmıyorum. İlişki itiraflar üzerine kurulu bir durumdur, birbirimize hava attığımız bir yer değil. Dış dünya zaten yanıyor. Biz o dünyadan kurtulmak için beraberiz. Ben senin yanına sığındım geldim. Büyük bir problemden koşarak geldim. Sen de burada problem yaratırsan nereye gideceğim? Birbirini bu kadar didikleyip parçalamanın ne manası var? Beraber mücadele edeceksiniz, birbirinizi güçlendireceksiniz, maharetlerinizi hatırlatacaksınız birbirinize, ben ilişkileri bu anlamda sevdim. Sonrasını sevmedim. İlk zamanları güzel.
“Zeki’ye o sakızı ben vermiştim, ödül törenlerinde sakız iyi olur”
SİYAD ödülüne sevindiniz mi?
Kendimi güvende hissediyorum. Mutlu olmak yerine bu oldu bende. Hah, diyorum oyuncu olarak yerin daha sabitlendi. Kendine güvenli olabilirsin, oyunculukla ilgili konuşabilirsin. Çünkü ödüllerin var, olmadı onları gösterirsin.
Bunun sinema yazarlarından gelmesinin özel bir anlamı var mı?
Tabii ki var. Türkiye’nin sinemayla ilgili en yetkin, en bilgili grubu bu ödülü veriyor. Oylama usulüyle veriliyor, o anlamda çok güvenilir buluyorum bu ödülleri.
En önemsediğim ödüldür.
Yönetmenlik ödülünü de siz aldınız Zeki Demirkubuz adına. Neden gelmedi?
Bilmiyorum, tam bilgi vermedi.
İstanbul Film Festivali’nde de sakızla çıktığı için eleştirilmişti.
İtiraf etmek istiyorum, o sakızı ben verdim. Sakız ödül törenlerinde makbuldür, beklediğin için, yiyecek bir şey de yok, sakız verirsin iyi olur. Ben çıkarken çıkarttım, o unuttu... Onun hatası yok yani, hata bende.
“İçki içimdeki fırtınayı dindiriyor yoksa günlerce uyuyamıyorum”
80 sonrasında anneniz çarşafa girmiş, sizi de bu anlamda yönlendirdi mi?
Annem çok aşırı dindar. Şimdi her şeyi artık dindarlığa bağladı. Dini hayat onun için bir garanti hayatı. Ben bunu doğru bulmadım. Her türlü bilgi alınıp insan kendi hayatını kendi kurgulamalı diye düşünüyorum. Ama annnem benden de çok memnun. Ben içki içen birisiyim, eğlenmeyi seven birisiyim, böyle şeylerime de kızıyor ama çok vicdanlı birisi olarak görür beni, aileme karşı yakınlığım hoşuna gidiyor. “Şu içki sorununu bir halletsen” diyor. Dedim “Anne
ben içki içmezsem doktora gitmem lazım ve çeşitli psikiyatri hapları almam gerekiyor, başka türlü sakinleşemiyorum”, o da “Peki o zaman az iç” dedi. İçki içimdeki büyük fırtınayı biraz dinginleştiriyor. Yoksa uyuyamıyorum, günlerce uyuyamıyorum.
Sizin de var mı Monk gibi takıntılarınız?
Yok. Bir dönem neredeyse hastanede yaşıyordum. O testlerimi yaptırıyorum, bu testlerimi yaptırıyorum. Sonunda dedim ki “Bu ne ya? Nereye gidiyorum ben?” Takıntıları biraz hafife alarak çözmeyi planladım.
Titiz misiniz? Ev çok düzenli...
Dün temizlik oldu. Yoksa pek öyle temiz değil.
Banyoda şişelerin üzerinde post-it’ler gördüm...
Yabancı dil bilmediğim için onları yazdırıyorum çünkü neyin
ne olduğunu bilmiyorum. Bu nemlendirici, bu ele, bu yüze...
Kendinize bakıyorsunuz anlaşılan...
Bakmak zorundayım çünkü her gün makyaj yapılıyor, traş oluyorsunuz, öbür türlü mahvolurum.
Spor?
Ben yalan söylemeyi seven biri değilim. Ama spor konusunda bir yalan modası çıktı bende. Mesela “Spor yapıyor musunuz?” sorusuna “Evet yapıyorum” demeye başladım. Sonunda “Dur” dedim, “Buradan yalan kanalı açılabilir ve senin kişiliğin bozulabilir.” Ama “Spor yapıyor musunuz?” sorusuna hep “Yapıyorum” cevabını vermek istiyorum. “Spor yapmadan olmaz, vücudumuzu nasıl açacağız, depresyonumuzdan nasıl kurtulacağız? Tabii ki sporla.”
Hep böyle şeyler söylemek istiyorum. Ama spor yapamıyorum.