Ayşe Gökçe Susam

Ayşe Gökçe Susam

milliyetege@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“KADINLIĞIMIZDAN bezdirdiniz!” Ben değil, anket sonuçları söylüyor bunu. Diyarbakır’da 16 yaş ve üstü 802 kadınla yapılan anket çalışmasının sonuçlarına göre, eşinden şiddet görmüş her 100 kadından 52’si “Dünyaya bir daha gelsem, kadın olmak istemezdim” diyor. Hak vermemek, ne hissettiklerini anlamamak mümkün mü?...
Ya siz? Seçme şansınız olsa, dünyaya kadın olarak mı yoksa erkek olarak mı gelmek isterdiniz? On puanlık uzmanlık sorusu!
Çevremdeki, görece daha iyi eğitim almış, sosyal açıdan daha rahat, daha açık yaşayabilen, genelde ekonomik özgürlüğü de olan kadınlara, aynı soruyu sordum yanıtların hemen hemen hepsi olumluydu.
Birçoğu giyim kuşamın, kadın aksesuvarlarının renkliliğinden, çekiciliğinden dem vurdu. Bir kısmı, kadınlararası başka bir dayanışma, daha sıcak, daha yakın, daha eğlenceli dostluklar, sohbetler olduğunu söyledi.
Yeniden kadın olarak dünyaya gelmek isteme sebeplerinin başında, tabii ki annelik geldi. Birkaç kişi, kadınlığın farklı bir mücadele olduğunu ve bu nedenle kadın olmaktan mutlu olduklarını söyledi. Birçoğu için ise, ancak kadın olunca iş dünyasının sevimsiz zorluklarından muaf olabilme hakkı vardı. Ve sadece bunun için bile kadın olmak daha iyiydi.

Makyajsız...
Anne olabilmek, ekonomik durumun uygunsa çalışmayıp evde oturmayı seçme lüksü, görünüşünle, makyajın, saçın başın, aksesuvarınla hem kadınlar hem de erkekler için alabildiğine estetik, göz alıcı olmak... Böyle sunulduğunda, üst-orta sınıf, şehirli kadınlar için kadınlık, oldukça allı pullu görünüyor.
Diğer yandan, bu tablo, her kusuru fotoşopla rötuşlanmış, kat kat makyajlı reklam dünyası görüntüleri gibi. Sanki gerçek hayat değil de, bir sunum. Spotları söndürür, makyajı silerseniz büyü anında bozuluyor.
Örneğin, bir çok kadın, eşinin isteğiyle ya da kendi tercihiyle, meslek sahibi olsa da çalışmama kararı alıyor. Yakın zamanda, İtalya’da yapılan araştırmalara göre, ev kadınlığı yeniden moda! Kadınlar ya çalışmamayı seçiyor ya da çocuk doğurur doğurmaz işi bırakıyor.
Sabahın köründe kalkmayıp, patron kahrı çekmemek bir lüks, evet. Ya da an be an çocuğunun büyümesini görmek... Ama sonra? Çocuk büyüyüp, koca gittiğinde (işe, öbür dünyaya ya da başka bir kadına...), kendimizle başbaşa kaldığımızda yani... İçimize tuttuğumuz ayna bize neler söylüyor?
Nasıl yaşamak isterdik?
Tıpkı reklamlardaki gibi... Anlayışlı eş, fedakar anne, hep fıstık gibi, fönlü, ince, hoş kadın, iyi aşçı, güleç ev sahibesi... Tüm bunları ve daha fazlasını birarada olmaya çalışırken, nelerden vazgeçer bir kadın acaba? Neler neler içimizde kalır? Bazen kendimize bile itiraf etmeyiz. Bu denli farkında olmak, daha acıklıdır.
Dünyaya yeniden kadın olarak gelsek... Güzel, ahlaklı, fedakar, kırılgan, becerikli, işveli, uysal, anaç, evcimen... Kadınlığa giydirilmiş tüm bu sıfatlardan azade, kendimizi hiçbir şeye mecbur hissetmeden bu sefer.
Erkek dünyanın baskısına, kahrına, korkusuna pabuç bırakmamanın bir yolunu ne yapıp edip bularak...
Daha emin, daha bağımsız, içimizdeki sesi, tutkuyla yapmak istediklerimizi can kulağıyla dinleyerek...
Biz kadınlar, bir daha dünyaya gelsek ve kadın olmanın incelikli, duygusal, üretken bahçelerinde olmayı seçebilsek yeniden...
Kadınlığımızı, öncelikle bizlere ait olan hayatlarımızı nasıl yaşamak isterdik?
Belki de asıl önemli olan, bu sorunun peşini hiç bırakmamak.