Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bazı gelişmiş toplumlara bakıyorsunuz; ellerinde muazzam cihazlar, son derece komplike aletlerle yepyeni buluşlardan söz ediyorlar. İnanılmaz bir teknolojiyle kendi geleceklerini inşa etmenin peşindeler. Biz ne yapıyoruz? Elimizde bir kılıç, sağa sola sallayıp, iki ucunun da ne kadar keskin olduğunu anlatıyoruz. Huzursuzluktan ve kaostan besleniyoruz. Son dönemde kılıca ilginin artması da bundan. Üstelik bu ilgi sanki tarihe, tarihten gelen simgelere duyulan bir merak gibi görünse de bunun zamanla bir güç gösterisine, bir silaha dönüşeceğinin de gayet bilincindeyiz.

Haberin Devamı

***

Hatırlarsanız; genç bir kızın, sokak ortasında hiç tanımadığı bir kişi tarafından samuray kılıcıyla öldürülmesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Kimsenin bu olayı unuttuğunu sanmıyorum. Çünkü bu trajik ölüm ülkeyi ayağa kaldırdı. Siyasiler kılıcın kanunen satışı “yasak” dedi. Medya buna rağmen kılıç satışlarındaki artışa dikkati çekti. Makam odalarında, iş yerlerinde, birbirlerine kılıç hediye edenler, kılıçla poz verenler, kılıcı alanlar, satanlar sosyal medyada defalarca teşhir edildi. Uzmanlar kılıçla kafa, kol koparan dizilerin etkisi konusunda uyardı. Ama nafile! Değişen bir şey olmadı.

Aynı tas aynı hamam. Hâlâ internet sitelerinde hediyelik eşya bahanesiyle satışı yapılıyor. Hala insanlar kılıcı sağlamlığını ölçmek maksadıyla otomobilleri parçalayan videolar paylaşıyor.

Belki bundan 15 yıl önce, bir trafik tartışması yüzünden çıkan kavgada, bir belediye başkanının oğlunun “kılıçla” saldırmasının önemini o gün kavrasaydık, bugün bunları yazmazdık. Ama Orta Çağ’dan kalma bu suç aleti bugün artık her yerde. Şimdi en sıradan kavgada bile kılıçlar çekiliyor.

***

Örnek çok. Üstelik bu, öyle binde bir meydana gelen, şizofrenik adamların tanımadıkları insanlara saldırısı diye geçiştirilebilecek bir durum da değil. Çünkü sadece bu ülkede kılıç satışlarında patlama yaşanıyor, kılıçla saldırı olaylarında da ciddi bir artış var.

Mesela geçen hafta hukukçuların bulunduğu bir binada, bir avukat hem kılıç hem satırla önce meslektaşına daha sonra sokaktaki insanlara ve yoldan geçen araçtaki sürücülere saldırdı. Ölen olmayınca sanık serbest bırakıldı. Kamera kayıtları incelendikten sonra tutukladı. O gün elinde satır ve kılıçla rastgele saldıran avukatla merdivenlerde karşılaşma olasılığınızı bir düşünün!

Haberin Devamı

Sadece birkaç yılda medyada yer bulan şiddet olaylarına bakın. Geçen ağustosta iki esnafın tartışması kanlı bitti. Biri diğerine 1 metrelik kılıçla saldırdı. Yaralanan esnaf kolunu kaybetse de kılıçla yaralayan esnaf tutuksuz yargılanıyor.

Bir ay sonra medyaya başka bir haber düştü: İki şahıs çatı akması nedeniyle tartıştıkları esnafın iş yerini bastı. Saldırganlar ellerinde kılıçla iş yeri sahibini dışarı çağırıp önce tokatladılar ardından kılıçla yaraladılar. Bir diş teknisyeni park yeri yüzünden çıkan kavgada beş kişinin kılıçlı saldırısına uğruyor. O da yaralanıyordu.

Yetkili mercilere kılıçla direnenler de var: Ruhsatsız olduğu gerekçesiyle kafeyi yıkıma gelen belediye ekiplerine iş yeri sahibi ve çalışanı çatıya ellerinde kılıçla çıkarak karşılık veriyor.

Haberin Devamı

Tabii kılıç hırsızlar için de cazip hale geldi. Özel firmada müdür olarak çalışan bir kişinin evine giren hırsızlar, şahsın başına silah, boğazına kılıç dayıyor. Sonuç; hırsızlara karşı koymaya çalışan ev sahibi kılıçla yaralanıp, tabancanın kabzasıyla da başından darbe alıyor. Benzer bir olay Beyoğlu’da da yaşandı. Uyuşturucu kullanan bir şahıs, kılıçla yolunu kestiği kişiyi elinden yaralayıp gasbetti.

***

Medya son zamanlarda bu şiddet haberlerini verirken suç aletinin hep “kılıç” olduğunun farkında olmayabilir mi? Yoksa kılıç artık şiddet kültürümüzün bir parçası haline geldiği için kanıksadık mı? Adli emanet birimine kapalı ve mühürlü şekilde getirilen suç aletleri arasında kaç kılıç vardır bilmiyorum ama bu konuyu ciddiye almazsak kılıcın olası ölümcül sonuçlarına hep beraber katlanacağız…

Ahmet Tulgar’a veda

Medeniyete  kılıç sallayanlar

Meslektaşım Ahmet Tulgar’ı “kaybettik” demek istemiyorum. Çünkü ölüm maalesef tam da onun tarif ettiği gibi: “Hayatın dışında bir yerde, yani hiçbir yerde.”
Yaşamın kendisi de onu hiçbir yere sığdıramamıştı zaten… Gazetede birlikte sabahladığımız gecelerde, çalışma masasına gömülüp başkalarının hayatını, daima kendine huzursuz, hayata isyankâr bir ruh haliyle yazması bundandı.

Ölümünden on gün önce de şöyle yazmıştı:“Richard Wagner, Friedrich Nietzsche, Thomas Mann anakronik üçgeninde dolanıp bir şeyler yazıyorum şu sıralar, şimdilik not halinde çoğu… Umarım, ömrüm yeter… Neşeyi arıyorum çünkü bilim ve sanattaki neşeyi Türkiye’de de…”
Onu sürekli özgürleştiren bir duruşu, muazzam bir kalemi vardı. Bu yüzden geriye ondan çok şey kaldı aslında. Mesela bize o anlaşılmaz, küskün, o şahane gülüşünü bıraktı… Huzur içinde uyu arkadaşım…