YazarlarBir 17. yüzyıl aydını

Bir 17. yüzyıl aydını

31.07.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bir 17. yüzyıl aydını

Bir 17. yüzyıl aydını

Ali Sirmen

DÜN, RP'nin kışkırtmasıyla, önce İstanbul'da sonra Ankara'da, meydanlarda din ticareti yaparak halkı bölmeye çalışan mürtecilerin, 17. yüzyılda ortaya çıkan Kadızadeler'e ne kadar benzediklerini yazmıştık.
Ama sanılmasın ki, geçmişimiz yalnızca, İslamla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bu herif - i naşerif benzerleriyle doludur. Tarihimizde aynı zamanda, onlarla aynı çağda yaşamış seçkin bilim adamı Katip Çelebi gibi, aydınlar da vardır.
Hacı Kalfa adıyla da anılan Katip Çelebi (1609 - 1659)'nin Keşfu'z Zunun adlı eseri o döneme değin, İslam dünyasında, tarih, coğrafya, düşün ve devlet hayatı konusunda yazılmış olan tüm eserler hakkında bilgi veren bibliyografyadır ki, doğu ve batıda yüzyıllar boyu bir başvuru yapıtı olarak kabul edilmiştir.
Katip Çelebi, her ne kadar Cihannüma adlı yapıtında, evren konusunda Kopernicus'un daha o sırada tartışılmakta olan, görüşüne itibar etmeyip, Batlamyus'un teorisinden yana olmuşsa da, devletin yapısı konusunda, Düstüru'l Amel fi İslahi'l Halel adlı yapatında (ki bu aslında Osmanlı Devleti'nin islahı konusunda toplanan bir heyete sunulan rapordur) Platoncu görüşten ayrılarak, o düşünceden çok daha ileri gitmiş olan ünlü İslam düşünürü, İbni Haldun'un uzviyetçi (biyolojist organik) görüşüne yaklaşır ve hatta onu aşar. Çünkü, toplumların da, tıpkı canlı organizmalar gibi, ortaya çıkış, gelişme, güçlenme, sonra zayıflayıp, dağılıp, yokolma süreçleri olduğunu, bu evrelere dışardan yapılacak bir müdahalenin sonuç vermeyeceğini öngören İbni Haldun'un tersine, Katip Çelebi, zayıflama ve yokolmanın dışardan yapılacak müdahalelerde, tümüyle ortadan kaldırılamasa bile, yavaşlatılıp geciktirilebileceğini söylerek, iradeci bir katkıda bulunmuştur.
Katip Çelebi, yukarıda sözünü ettiğimiz raporunun fazla bir sonuç vermeyeceğini okunmadan hasıraltı edileceğini biliyordu, ama o bir aydın olarak kendine düşen görevin, memleketin hayrına doğru bildiğini söylemek olduğuna inanıyordu.
Ders vermeyi ve öğrenci yetiştirmeyi en büyük ibadet olarak kabul eden Katip Çelebi başkalarına verdiği feyizden ücret isteyen kişiyi de eksikli saymaktaydı.
Katip Çelebi özellikle bid'at, yani Peygamber'den sonraki yenilikler konusunda çağında yaşamış olan Kadızadeler'e sert eleştiriler yöneltmiş, tütünün, müziğin ve kahvenin bu nedenle yasaklanmasına karşı çıkmış bir bilim adamımızdı. Halkın kabul ettiği yeniliklere bid'at diyerek karşı çıkmanın bir anlamı olmadığını, onları inançlarında ve davranışlarında serbest bırakmak gerektiğini söyleyen Katip Çelebi, sun'i padişahların bid'atları kaldırmak için nice vuruş kırışlar etmiş olduklarını ama bunun bir işe yaramadığını belirtmekte ve Tanrı'nın elçisinin görevinin yalnızca bildirmek olduğunu buna uyup uymamanın halka kaldığını söylemektedir.
"Peygaremizden sonra gelen devirlerde her çağın halkı kendi adetlerini, Peygamber'in sünnetlerine uydurmaya çalışsalar, kendilerinin bu sünnetlerden ne kadar uzaklaştıklarını görürler, insaf edip herkes kendisini yoklasa, Peygamber'in sünnetine uymakla hiçbir ilgisi bulunmadığını açıkça görür. Bu aykırılıklara şaşmamak gerekir. Çünkü bunlar zamanın ve mekanın başkalığından ileri gelir" demektedir.
Düşünceleri, adetleri, töreleri, mezhep farklarını ortadan kaldırmak isteyenlere karşı çıkan Katip Çelebi herkesi kendi vicdanında serbest bırakmayı öngörür. Bu bilgileri yapıtından derlediğimiz Hüseyin G. Yurdaydın'a göre, Katip Çelebi'nin bu düşünceleri, bugünkü laik devletin temelini oluşturmaktadır.
Dört yüzyıl önce yaşamış olan Katip Çelebi bize ne kadar yakın, bugünkü mürteciler ise ne kadar uzak değil mi?


Yazara EmailA.Sirmen@milliyet.com.tr