Geçen hafta Dünyanın En İyi 100 Restoranı listesinin 51-100. sırası açıklandı.
Hatta bu yıl 100 yerine 120 restoran seçildi, ödüllerin sponsoru S. Pellegrino’nun 120. yılı şerefine.
Listede Türkiye’den iki restoran dikkat çekti, 52. sırada Mikla ve 110. sırada Neolokal.
Önceki gün ise Dünyanın En İyi 50 Restoranı Singapur’da açıklandı, Mikla’nın şefi Mehmet Gürs ve Neolokal’in şefi Maksut Aşkar da oradaydı.
Geçen yılın en iyisi Massimo Bottura’nın Osteria Frances-cana’sıydı, bu yıl ise Arjantinli şef Mauro Colagreco’nun yönettiği Fransa’daki Mirazur oldu.
Bu yıl kurallar değiştiği için daha önce zirvede olan restoranlar listeye alınmadı.
İlk 10’da İspanya’dan 3 restoran, Fransa, Danimarka ve Peru’dan ikişer restoran dikkat çekti.
Yaz şimdi başlıyor.
Ne okulların kapanması, ne havaların dayanılmaz derecede ısınması hiçbir şey bu yıl yaz tatilini başlatamadı.
Ta ki düne kadar.Seçimlerin yenilenmesi nedeniyle İstanbulluların çoğu İstanbul’daydı, şehirlerine sahip çıkmak, vatandaşlık görevlerini yerine getirip oy haklarını kullanmak için.
Hafta sonu havaalanları, yollar her yer tıklım tıklımdı ve ilk defa kimse kalabalıktan şikâyet etmedi.
Tam aksine, iyi ki herkes şehirde diye sevindi.
Sonuç, yüksek katılımlı demokratik bir seçim oldu.
İstanbul’a çok yakıştı.
Kaybedenin olgunlukla kazananı tebrik ettiği, kazananın olgunlukla herkesi kucakladığı manzara iyi geldi hepimize, birlik ve beraberliğin önemini daha da derinden anladığımız bugünlerde.
Hatırlarsınız, 2000’lerde yabancı dergiler ‘Istancool’ başlıklı kapaklar yapıyor, Monocle’dan Wallpaper’a bütün havalı dergiler İstanbul’dan bahsediyor, Financial Times’tan New York Times’a bütün gazeteler görülmesi gereken şehirler listesinde İstanbul’u en üst sıralara koyuyordu.
İşte o zaman Beyoğlu’nda yürürken Türkçe konuşanlar kadar yabancı dil konuşanlara da rastlıyorduk.
Şimdi malum nedenlerden dolayı kısa bir duraklama döneminden sonra İstanbul yeniden uluslararası yayınların, dünya çapında güçlü isimlerin gündeminde.
Hâlâ en iyi tatil destinas-yonlarından seçiliyor.
Unutmamak lazım, İstanbul, en büyük, en lüks, en pahalı, en yeni yapılarıyla değil, maalesef hızla yok olan tarihi dokusu, kültürel mirası ve doğal güzellikleriyle öne çıkıyor.
Gelecek program: Caz festivalleri
Montreux Caz Festivali 28 Haziran’da, İstanbul Caz Festivali ise 29 Haziran’da başlıyor.
Önceki gün Dünyanın En İyi 100 Restoranı listesinin 51-100 sırası açıklandı.
Hatta bu yıl 100 yerine 120 restoran seçildi, ödüllerin sponsor San Pellegrino’nun 120. yılı şerefine.
Listede Türkiye’den iki restoran dikkat çekiyor, 52. sırada Mikla ve 110. sırada Neolokal.
Geçen yıl bu listede Mehmet Gürs’ün Mikla’sını göremeyince anlamıştık, 2017’de 51. sırada listede yer alan Mikla’nın geçen yıl ilk 50’ye girdiğini.
Daha sonra öğrenmiştik, Mikla’nın listede 44. sıraya yükseldiğini.
Bu tür listelere girebilmekten çok listede kalıcı olabilmek zor.
O yüzden Mikla’nın bu yıl 52. sırada olması da çok büyük bir başarı.
Artık haziran ayında Basel’e gitmek yazın Bodrum’a, Çeşme’ye gitmek kadar doğal.
Eskiden Art Basel’i sanatla gerçekten ilgili olan koleksiyonerler, sanatçılar ve galeriler takip ederdi.
Şimdi ise her eline boya alan kendini sanatçı ilan eden de, her hobi olarak kendine sanat galerisi açan da, sanatla sadece moda olduğu için ilgilenen koleksiyoner de, sadece Instagram’da ‘story’ yapmak isteyen de kendini ilk uçakla Basel’e atıyor.
Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle.
Art Basel için her yıl en az 300 özel uçak geliyor İsviçre’nin küçük şehri Basel’e.
Brad Pitt’ten Dasha Zhukova’ya tanıdık isimler de bu fuarı kaçırmıyor.
Üstelik özel uçaklara önceden uyarı yapılıyor, planlanan saatinizi kaçırırsanız bu havalimanına inmeyi unutun, çünkü başka saat bulma ihtimaliniz yok diye.
Japonya için hep ‘farklı bir gezegen’ diyorlar. Oysa gidip görünce öyle olmadığını anlıyorsunuz. Bugün hızlandırılmış bir Tokyo turuna çıkıyoruz.
Japonya, hayatta en çok görmek istediğim ülkeydi. Çizgi filmlerden sonra “Lost in Translation”, “Blade Runner”, “Kill Bill” gibi filmlerle yer etmişti aklımızda. Her giden başka bir gezegen olduğunu anlata anlata bitiremiyordu. Sanki gerçekten de bu gezegende, dil ve alfabe farkından kaybolacağımı sanıyordum. Oysa 5 yıl önce ilk kez gittiğimde şimdiye kadar duyduğum her şeyin aslında ne kadar abartı olduğunu görmüştüm, bu gidişimde ise daha da iyi anladım. Tamam, Japonlar’ın çoğu sular seller gibi İngilizce konuşmuyor. Ama hepsi derdinizi anlamak için elinden geleni fazlasıyla yapıyor ve aynı dili konuşmasanız da bir şekilde anlaşıyorsunuz. Her saatte, her bölgede sonsuz güvendesiniz. Depremde bile bir şey olmaz hissi hakim ülkeye. Daha ilk günden kendinizi uzun zamandır Japonya’da gibi hissediyorsunuz. Beyaz dantelli taksilerdeki beyaz eldivenli şoförleri yadırgamıyor, metroda kendi yolunuzu kendiniz rahatça bulabiliyor, sonra da sırf doğru yolda olduğunuz için bile mutlu oluyorsunuz.
Tokyo’ya gelince; geneline güzel bir şehir demek pek
Hayat tesadüflerden ibaret, Tokyo’ya gelirken aklımda usta mimar Kengo Kuma’nın eserlerini görmek tabii ki vardı, ama kendisiyle tanışmak planda yoktu.
İlk gün tamamen mimarisini merak ettiğim için Starbucks Reserve Roastery’ye gidiyorum.
Yanlış anlaşılmasın, bu bir davet değil.
Artık pazarlama için global markalar sınır tanımıyor.
Mimaride öyle açılımlar yapıyorlar ki şehirlerin yeni simgelerini yaratıyorlar ve bir turist olarak o şehre gittiğinizde mutlaka gitmeniz görmeniz ve tabii Instagram’da hikâyelerde paylaşmanız gerekiyor bu mekânları.
Kengo Kuma, Starbucks için öyle bir mimari yapmış, içinde Princi, çay evi ve bar da olan çok katlı dev bir mekân yaratmış.
Hemen ertesi gün Sunny Hills adlı, Tayvanlıların yaptığı çay ve kek markasının Aoyama’daki evine de gidiyorum.
Orası da Kengo Kuma imzalı bir bina.
Londra Erkek Moda Haftası eskiden kadın moda haftasının son gününde gerçekleşirken, şimdi 4 günlük ayrı bir moda haftasına dönüşmüş durumda.
Erkeklerin modaya olan ilgisinin ne kadar arttığının da bir göstergesi bu.
Londra Erkek Moda Haftası da bu gidişle kadın moda haftaları kadar uzun sürecek ve kapsamlı olacak.
Bu yıl 6.sı kutlanıyor, başında “İstanbul zaten moda başkenti” diyecek kadar İstanbul’a sık sık gidip gelen, GQ dergisinin efsane yayın yönetmeni Dylan Jones var.
“Londra Erkek Moda Haftası’nda yüzlerce defile ve prezantasyon arasında kaçırmamanız gereken dört şovdan biri” dedi New York Times, Hüseyin Çağlayan’ın Chalayan markası için.
Ardından da Çağlayan’ın özelliklerini tek tek sıraladı: “Moda tasarımcısı, film yönetmeni, profesör, mimar, kostüm tasarımcısı, koreograf...”
“Bu adamın yapamadığı bir şey var mı?” diye de sordu.
Boşuna Wallpaper dergisi, 20. yılında, 20 yılda oyunun kurallarını değiştiren 20 etkili kişi arasında Çağlayan’ı saymadı.