-Tüm öğretmenlere saygılarla...- Ortaokuldan liseye yeni geçmiştim.Belalı bir lisedeydim. 1976 yılıydı. Okullarda, on binlerce cana mal olacak kanlı bir cenk için bıçak bileniyordu. En çok edebiyat dersini seviyordum. Kompozisyon yazmaya bayılıyordum."Edebiyatçı" Bahri Bey, yaşlı, munis bir adamdı. Lakin biraz mesafeliydi. Derse bütün ilgime rağmen ondan yakınlık göremediğime üzülürdüm.* * *Sömestr yaklaştı. Bir teneffüste Bahri Hoca'ya sordum:"Bana tatilde okuyabileceğim bir kitap önerir misiniz?" Şaşırdı. Gözlerime dikkatle baktı. Bir süre kararsızlandı:"Biraz düşüneyim, yarın bir kitap öneririm" dedi.Bu kez ben hayrete düştüm:"Bir edebiyat öğretmeninin dağarcığında öğrencisine önerecek bir kitap olmaz mı"ydı?Bu tavrı, kayıtsızlığına yordum.Bahri Hoca'dan soğudum.* * *İki gün sonra ders çıkışı beni çevirdi. Kulağıma gizli bir şifre fısıldar gibi, "Acımak" dedi:"Reşat Nuri Güntekin..."Teşekkür ettim. Gidip aldım kitabı... İnkılap'tan çıkmıştı. 10 liraydı. Romanın kahramanı bir öğretmendi; taşrada görev yapan, mesleğinde mükemmelliği yakalamış Zehra Öğretmen...Tek bir kusuru vardı:Acımayı bilmiyordu.Katı disiplin anlayışı, hataları hoş görmesini engelliyor, vazifesini savsaklayanlara asla müsamaha etmiyordu.* * *Bir gecede bitirdim kitabı...İlk sayfalarda Zehra öğretmen İstanbul'daki babasının ağır hasta olduğunu öğreniyor, ama bu haberi kayıtsızlıkla karşılıyordu. Babasından nefret ediyordu. Kendince haklı nedenleri vardı.Lakin İstanbul'a gittiğinde, son nefesine yetişemediği babasından kalan sandıktaki anıları okuyunca zavallı adamın ömrü boyunca onun için çırpındığını anlıyordu.Ama çok geçti.Romanın sonunda babasının soğuk ayaklarını öpecek ve "Zavallı babam, affet beni" diye feryat edecekti.Artık acımayı öğrenmişti.* * *Sömestr bitti.Okula geldim.Ve aldığım haberle beynimden vurulmuşa döndüm:Okulun itleri bir akşam çıkışta Bahri Hoca'yı dövmüşlerdi.Yere düşmüş, hırpalanmıştı. Yine de kimseden şikâyetçi olmamış, konuyu kapatmış, yeniden sınıfına dönmüştü.O zaman anladım, bana kitap önerirken neden onca tereddüt ettiğini:Korkmuştu.Hepimizi kavuran, 70'lerin o dehşetengiz cadı kazanında, fikriyatını yoklarcasına kitap ismi soran bir ne idüğü belirsize, yanlış bir yazar önerip hayatını tehlikeye atmaktan çekinmişti.Belki de böyle önerdiği ya da okuttuğu bir kitaptan dolayı dayak yemişti.* * *Koridorda karşılaştığımızda bir şey söylemedim.Sadece, önceki yargımın utancıyla ve yaralarını sararcasına içtenlikle gülümsedim. "Acımak" değildi bu;"...anlamak"tı....önerdiği kitabın kahramanı üzerinden kendi açmazını izaha çalışan bir edebiyat sevdalısını anlamak...Hiç üzerinde konuşamadığımız o kitap, aramızdaki sırrın anahtarı oldu. Yıllar yılı kütüphanemin baş köşesinde durdu.O yıl kafama koydum, büyüyünce öyle kitaplar yazmayı...Yazdıkça hep Bahri Hoca'yı düşündüm:Bir cehennem ateşinin içinde bana sessizce "acıma"nın gücünü ve yazmanın büyüsünü öğreten o güzelim öğretmeni... can.dundar@e-kolay.net