Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yaşar Kemal Anadolu’yu “Dünyanın kültür bahçesini güzel ışıklarla doldurmuş bir çiçekler mozaiği” diye tanımlar.
“Bu mozaiğin üstüne titremeliyiz” der.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dünkü Milliyet’in manşetine yerleşen sözleri, bu anlayışa denk düşüyor.
Gül, Malazgirt kadar Bizans’ı da sahipleniyor.
Dede Korkut gibi “Mem u Zin”i de miras sayıyor.
Hem Ahlat’ı hem Ani’yi “bizden” görüyor.
Bir zamanlar kafatasçılardan ha babam fırça yiyen “mozaik”, yeniden itibar kazanıyor.
Toplumsal barışın ilk adımı, devletin ırkçılıktan kopması, bahçenin her çiçeğine aynı saygıyla yaklaşmasıdır.
Bunu yapabilirsek o mümbit toprak bire on verir.
* * *
Geçen hafta sonu Kosova’daki belgesel festivalinde izlediğimiz bir film, o zenginliğe bir kez daha şapka çıkarttırdı.
Nezih Ünen, 5 yıl önce ilk belgeselini çekmek için yola çıkarken ekibine “Bir senaryomuz yok” demiş:
“Anadolu yazacak; biz çekeceğiz.”
Çekmiş de...
Türkiye’nin her köşesine gidip yöre insanlarının otantik icralarını kaydetmiş.
Müzisyenliğiyle fotoğrafçılığını harmanlayıp 5 yılda 350 saatlik çekim yapmış.
Yok olmaya yüz tutmuş kültürel bir mirasın üzerindeki tozu silkelemiş, ona ilk parlaklıklarını kazandırmış.
Sonra da arşivleyip eşsiz bir müzik kutusuna sığdırmış.
* * *
“Anadolu’nun Kayıp Şarkıları”, bize nasıl rengârenk bir kültür bahçesinde yaşadığımızı hatırlatıyor.
Ünen’in kamerası, kâh Karadeniz’e çıkıp horon tepenleri kaydediyor, kâh Mardin’e inip Süryanilerin kilise ayinlerine dalıyor.
Bursa’da kılıç kalkan oynuyor Anadolu; Sivas’ta semah dönüyor; Yozgat’ta bozlak söylüyor.
İstanbul’da bu bahçeye Ermenice, Rumca, İbranice şarkılar katılıyor.
Destan söyleyen nineler, rebet söyleyen muhacirler, ağıt yakan dengbejler, diz vuran zeybekler, raks eden dervişler...
Davullar, zurnalar, tulumlar, bağlamalar, sipsiler, cümbüşler, bendirler, kemaniler...
Düğünde, hasrette, göçte, kederde söylediğimiz, dert dökmekte, hasta iyi etmekte, koyun eğlemekte, ilanı aşk etmekte kullandığımız türküler...
Demir döverken, pamuk toplarken, ipek sararken, çamaşır yıkarken, ekin biçerken, toprak kazarken, hamur açarken, bebe uyuturken söylediğimiz ninniler, ağıtlar, deyişler, gazeller...
Hepsini en yalın haliyle kaydedip harikulade görüntülerle bezemiş Ünen; sonra da stüdyoda onları gitarla, dudukla, neyle, klarnetle beslemiş, güncellemiş, güzelleştirmiş.
Ortaya, Anadolu’ya dair bütün ırkçı yorumları reddeden, güzelim bir gökkuşağı resmi çıkmış.
* * *
Farklılıkları reddeden, ırkçı ulus anlayışıyla her şeyi tek tipleştirilen popüler kültür salgınının el ele unutturmaya çalıştığı bir kültürel sermayeyi belgeliyor bu film...
Dişi dökülmüş, sesi kısılmış, gözünün feri sönmüş, ama çalma, söyleme, oynama iştahını hiç yitirmemiş Anadolu insanının belki de son seslerini kaydediyor.
Son sahnede, türküsünün ardından of çeken nineye bakınca, tüm varlığı kafatası avcılarınca yağmalanmış batık bir zengine benziyor Anadolu...
Yorgun ve tükenmiş görünüyor.
Ama bir yandan da bütün güzelliğiyle “Benden umudu kesmeyin” diyor.
“Çiçeklerim kurusa da ben, sulandığında yeniden bire on veren, eşsiz bir kültür bahçesiyim.”