Karar verdiği iki konuda da Anayasa Mahkemesi ile farklı düşünüyorum:
Mahkeme’nin çoğu üyesi, türbanlı kızların üniversiteye alınmamasını savunuyor. Ben tersini savunuyorum.
Orada çoğunluk “AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğunu söylüyor; ben “din veçheli bir düzen partisi” sayıyorum.
Ama bu farklı yaklaşıma rağmen Anayasa Mahkemesi üzerinde estirilen fırtınayı da abartılı buluyorum.
* * *
Koca siyaset kurumunun, 8-10 yargıcın iki dudağı arasına kalması eleştiriliyor.
“Yüzde 47 oy almış bir hükümetin icraatına Anayasa Mahkemesi’nin ipotek koyamayacağı” söyleniyor. Yüksek Mahkeme’nin yetkilerinin tırpanlanması isteniyor.
Sormak lazım:
En fazla kaç oy almış partiler anayasal denetimden muaftır?
Bir parti yüzde kaçın altına düşerse kapatılmaya layıktır?
9 hâkim bir iktidar partisini yargılayamazsa icraatın Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek için kaç hâkim lazımdır?
Çoğunluk oyu ya da “millet iradesi” bir iktidara her şeyi yapma gücünü bahşediyorsa “hukukun üstünlüğü” prensibi niye vardır?
Ya azınlık hakları? Onlar çoğunluğun merhametine mi bırakılacaktır?
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararların içeriğini tartışmak başka şeydir, bu tartışmadan yargı denetimini hepten devre dışı bırakacak bir sonuç çıkarmaya çalışmak başka şey...
Ben peş peşe açıklanan iki kararın, yani türban ve kapatma davası kararlarının (hukuken değilse de ruhen) birbiriyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. AKP’yi “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak gören bir heyet, onun “üniversitede türban” ısrarına kuşkuyla bakmıştır. Tartışmayı din ekseninden çıkarıp özgürlükler ekseninde ele alacak bir siyasi kadro, türban sorununu çok daha rahat çözebilir.
* * *
İki gerekçeyi bir arada okursanız göreceksiniz ki, Türk siyasetinde katmanlar halinde bir dizi mücadele sürüyor.
En üstteki katmanda hukukla siyaset arasında bir yetki savaşı var.
Daha derine inince bu savaşın aslında cumhuriyetin temel niteliklerini korumaya ahdetmiş atanmışlarla, o niteliklerin içinde daralan ve yeni açılımlar arayan seçilmişler arasında olduğu görünümü doğuyor.
Ama son gerekçeli kararda bunların da altındaki “Laiklik-siyasi İslam” kavgası ortaya çıkıyor.
İddianameye konu olan birçok demeç, (Başbakan’ın “velev ki”si dahil) benim gözümde şiddete dönüşmedikçe siyasetçinin dile getirmekte tamamen özgür olması gereken görüşler... Bunlara getirilen sınırlama, hepimizin demokrasi alanını daraltıyor.
Ama bir de “din istismarı içeren” çıkışlar var:
“Dindar bir Cumhurbaşkanı’na itiraz ediliyor” gibi,
“Müslüman halkın sabrı test ediliyor” gibi...
“Türbanla ilgili söz hakkı dini ulemanındır” gibi...
Burada fikir özgürlüğünden söz etmek zor; çünkü karşımıza “tartışılmaz” dini hükümler çıkarılıyor.
Ve bütün haklarımızı, “9 kişilik ulema”nın iki dudağı arasına bırakmamız isteniyor.
* * *
Son söz:
Daha özgürlükçü bir anayasa ve Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin demokratik standartlara getirilmesi için mücadele edelim.
Ama aynı mücadeleyi, din hükümlerinin bizi kuşatıp kıstırması tehdidine karşı da verelim.