“Şair Cohen”, “hippi Cohen”, “savaşçı Cohen”, “depresif Cohen”, “devrimci Cohen”, ama hepsinden çok “bilge Cohen” vardı sahnede...
14 Kasım Cuma akşamı Londra’nın güney banliyösündeki dev konser salonu O-2’deydik:
Ziya, Dilek, ben...
Ve sahnede Leonard Cohen...
Bizi ve bizden önceki kuşağı büyüten “bilge adam”, uzun süren bir inzivadan doğrulmuş ve 15 yıldır beklenen büyük turne (“son tur?”) için yola koyulmuştu.
Mayısta başlayan turne programında ilkin İstanbul da görünmüş, sonra ne olduysa kaybolmuştu.
O halde biz ona gidecektik ve “usta”yı dünya gözüyle bir kez görecektik.
Dilek’in ezeli aşkı, arabasındaki teybin değişmez şarkıcısıydı Leonard Cohen... Şiirleri, vazgeçilmez başucu kitabıydı.
Bense, her albümünde üçüncü şarkıdan itibaren dipsiz bir depresyona sürüklendiğimden daha mesafeliydim.
Bir başka fanatiği olan Ziya biletleri aldı.
O-2’ye vardığımızda, bir “emekliler festivali”ne katıldığımız duygusuna kapıldık. Cohen’le büyümüş birkaç kuşak, kurşuni saçlar, taşlanmış kotlar ve kucaklarında çocuklarla gelmişlerdi.
Opera seyircisi kadar sakin, bir tarikat müridi kadar sadıklardı.
Konseri beklerken yanımıza sokulan 20’li yaşlarında bir İngiliz kız, çıkacak müzisyenin kim olduğunu sordu.
Ziya, malumu ilan eden bir şaşkınlıkla “Cohen” diyebildi. Tanımıyordu kız... Resmini gösterdi Ziya...
“İyidir, dinle” dedi.
“Hoşlandım, dinleyeceğim” dedi İngiliz...
Son 50 yıla yayılan “büyük depresyon”un bu kuşakta kesildiğini o zaman anladık.
74’lük delikanlı
1934 doğumluydu Cohen... Muhtemelen genç İngiliz kızın babasından yaşlıydı. Kanada Quebec’te orta sınıf bir Yahudi ailesinde dünyaya gelmişti. 9 yaşında babasını kaybetmiş, ergenlik döneminde kendini gitara vermiş ve Buckskin Boys adlı bir folk grubu kurmuştu.
O zamandan beri sahnedeydi.
Aslen şairdi.
İlk şiir kitabını 1956’da henüz öğrenciyken çıkarmıştı.
Ve işte şimdi 52 yıl sonra o şiirleri sahnede bize okuyacaktı.
Koyu renk çizgili kruvaze takım elbisesi, koyu renk gömleği, başında gri fötr şapkasıyla koşarak sahneye girdiğinde salondaki 17 bin kişi ayağa kalktı ve bu karizmatik 74’lük delikanlıyı alkışladı.
Çenesinde kırlaşmış kirli sakalları vardı; yüz çizgilerinde bitirdiğimiz asrın harı...
Sahnedeki halının üzerine gelince şapkasını çıkardı, göğsüne bastırdı ve salonu eğilerek selamladı.
Sonra mikrofonunu iki avcunun içine alarak konseri “Dance Me to the End of Love” ile açtı.
“Yanan bir keman”ın kokusu yayıldı sahneden...
Bir ara İspanyol gitaristi Javier Mas’ın önüne gidip diz çökerek söyledi şarkısını...
Basçısı ve klavyecisi de “kendi yaş grubu”ndandı ve adeta sahnede müziğin gençleştirici iksirini tanıtıyorlardı.
Vokalde “çikolata renkli, kadife sesli sanatçı” Sharon Robinson eşlik ediyordu kendisine...
“İstikbal; cinayet!”
İlk şarkıda ayakta alkışlandıktan sonra “Future”ı patlattı:
“Berlin duvarını geri verin bana/
Stalin’i ve Saint Paul’u verin” dedi:
“İstikbali gördüm kardeşim: istikbal cinayet!”
1992 albümünde yer alan ve yaklaşan çöküntüyü haber veren bu parça, Oliver Stone’un tartışmalar yaratan “Natural Born Killers” filminde de kullanılmıştı.
Aynı albümde yeralan “Democracy”de ise Cohen, duvarın yıkılmasından sonra Amerika’ya demokrasi geleceğini müjdeliyordu:
“Solda ya da sağda değilim /
umutsuz küçük ekranda kaybolmak için /
bu gece evdeyim.”
Chelsea Hotel
“I remember you well, in the Chelsea Hotel” dediğinde bütün salon onun nikotinli bas bariton sesine katıldı. Bu şarkıyı Chelsea Hotel’de tek gecelik bir ilişki yaşadığı Janis Joplin’e yazmıştı.
Beşinci şarkıda “Everybody Knows” diye gürlediğinde ise, genç seyirciler de kıpırdandı.
Arada gitarını boynuna takarak gruba katılıyor, bazen şarkı aralarında manası derine giden mısralar okuyordu.
“Yolumu gözleyen bir kadını terk ettim /
Karşılaştık bir süre sonra /
‘Gözlerinin feri sönmüş’ dedi bana, ‘Aşkım ne oldu sana..?’
Böyle gerçeği söyleyince ben de doğruyu söylemeye çalıştım ona:
‘Senin güzelliğine ne olduysa’ dedim, ‘...benim gözlerime de o oldu...”
Bilge Cohen
Bu mısralarda 1960’larda Hydra adasında haşhaş çeken “şair Cohen” de vardı;
Woodstock’ta 1960’ların fırtınasını kapatan “hippi Cohen” de...
1970’lerde Yom Kippur savaşının İsrail askerlerine moral konseri veren “savaşçı Cohen” de...
1980’lerde aldığı yatıştırıcı hapların listesini sahnede sıralayan bir “depresif Cohen” de...
Sonraları “Şarkılar Kulesi”nde, “Zenginlerin kanalları var fakirlerin yatak odasında / Kudretli bir yargılama yaklaşıyor onlara” diyen “devrimci Cohen” de...
Ama galiba hepsinden çok 1994’te Los Angeles’ın bir tepesindeki Zen merkezinde inzivaya çekilen ve orada beş yıl boyunca “kendini pişiren”, Zen Budist rahibi “bilge Cohen” vardı.
Dinleyiciler, bir şarkıcıdan ziyade şarkı söyleyebilen bir filozof şairi dinlediler. Ve bir meditasyon seansındaymışçasına büyülendiler.
Veda
Cohen ise her şarkı sonunda az rastlanır bir centilmenlikle ekibini ve seyircisini selamladı.
İki saatlik konser bittiğinde “İyi geceler sevgililerim, umarım tatmin olmuşsunuzdur. Dışarısı soğuk, üşütmeyin. İyi olun. Dualarım sizinle olsun” diye veda etti.
Biz, hayatımızca unutamayacağımız bir şiir şöleninin sıcaklığıyla çıktık Cohen konserinden...
Dışarısı soğuktu.
Ama hiç üşümedik.
“Sevgilerle... L.Cohen...”
Cohen konserin en heyecanla beklenen şarkısını finale sakladı. Bu, en yakın arkadaşının karısıyla birlikte olması sonucu evliliği sona ermiş bir erkeğin arkadaşına yazdığı son mektuptu.
Muhteşem gecenin kapanışı, “Famous Blue Raincoat”la oldu:
“Saat sabahın dördü
Aralık sonu...
Meraktan yazıyorum bu mektubu...
Şimdi daha iyi misin?
New York soğuk; ama yine de seviyorum yaşadığım kenti...
Clinton caddesinden gece boyu müzik sesi geldi.
Duydum, küçük evini çok uzaklara taşıyormuşsun.
Artık her şeye boş veriyormuşsun.
Umarım birkaç iz saklıyorsundur geçmişten.
Son seferinde çok çökmüş görmüştük seni,
Meşhur mavi yağmurluğunun omuzları yırtılmıştı.
İstasyona gelen her trene koşup, eve dilinde Lili
Marlene’le dönüyormuşsun ve kadınımı,
hayatının ışığı
sayıyormuşsun.
Ne diyebilirim ki sana kardeşim...?
Katilim...!
Sana ne diyebilirim...?
Sanırım seni özledim.
Sanırım seni affettim.
Karşıma çıkmana şükrettim.
Bir gün dönersen buraya,
Jane’in ya da benim hatırıma...
Bil ki hasmın uykuda...
Ve sevdiği kadın özgür...
Teşekkür ederim,
Sevgilerle...
L. Cohen...”