Yıldız Tilbe önceki gece telefonda, öfkeyle karışık bir kaygıyla soruyordu:
“İbrahim Tatlıses, telefon konuşmalarımızı kaydetmiş. Bana ettiği küfürleri atmış, benim laflarımı da eksik yayımlamış. Buna hakkı var mı? Bunun bir cezası yok mu?”
“Dinle-kaydet-sızdır” yöntemi kamudan başladı, giderek özelleşti.
Artık herkes dinleme ya da dinlenme telaşında...
Herkesin eli, telefonun kayıt tuşunda...
Mahremiyet hakkı ayaklar altında...
* * *
Savcılık bazı komutanlara yönelik bir operasyon mu sürdürüyor; “Derin kulak” hemen yetişiyor, bir komutanın ortam dinlemesine takılmış sesi düşüyor İnternet’e...
Hastaneye götürülen komutanların şike yaptığından mı kuşkulanılıyor; “derin kulak”, bir komutan eşinin doktorla görüşmesini sızdırıyor gazetelere...
Hükümet bir medya grubuna kavga mı açtı; hemen onun yöneticisinin bir bürokratla görüşmesi deşifre ediliyor internette...“Kulak”, aynı kulak...
Bir suç, bir başka suç işlenerek sergilenemez.
Hiçbir kutsal amaç da, bunu meşrulaştırmaz.
Bu konuda çifte standarda yer yok:
Şahsen ben, müdahale öncesi ortaya dökülen Fethullah Gülen kasetlerine hangi gerekçelerle karşı çıktıysam, bugün seçim arifesinde, dava sürecinde sızdırılanlara da aynı gerekçelerle karşı çıkıyorum.
Ve ne mutlu ki, bu ilkeleri savunan bir gazetede yazıyorum.
* * *
Önceki günün haber gündemindeki iki telefon sızıntısı da dünkü Milliyet’te yoktu.
Nedenini Genel Yayın Yönetmenimiz Sedat Ergin’e sordum.
“Bu konuda net bir tavrımız var” dedi:
“Bir dinleme, hâkim kararıyla yapılmış ve dava dosyasına, iddianameye girmişse yayımlıyoruz. Onun dışındaki dinlemelere dayanan haberleri koymuyoruz. Mahkeme kararıyla yapılanlar dışında ortam ve telefon dinlemesi suçtur; bu yoldan elde edilen bilginin yayını da suçtur.”
Ergin, bu konudaki yasaların Avrupa standartlarında olduğuna inanıyor, “ama uygulamada ciddi bir hukuksuzluk yaşanıyor. Hükümet, bu dinlemelere ve yayınlara seyirci kalıyor. AKP Hükümeti’nin bu konudaki performansı maalesef güven vermiyor. Oysa İçişleri ve Adalet bakanlarının en öncelikli görevlerinden biri, bu hukuksuzluğun önlenmesi olmalı” diyor.
Ya “Önemli olan içeriktir” diye düşünenler?
“Bu mantık, hukukun üstünlüğü ilkesinden taviz olur. Aynı mantıkla giderseniz, hukuktan sapmayı mazur gösteren argümanlarla her zaman karşılaşırsınız. Anayasa, hem vatandaşın haberleşme hürriyetini hem de özel hayatın mahremiyetini güvence altına alıyor. Buna rağmen karşımızda duran vahim tablo, AB’ye tam üyeliğe yol alan bir ülkeye değil, olsa olsa üçüncü dünyaya özgü otokratik rejimlere yakışır. Birilerinin birilerini dinleyip, kayıtları internete, basına verdiği toplu çıldırma hali bizi, bir ‘korku cumhuriyeti’ne götürür. Zaten bu noktaya gelmiş bulunuyoruz.”
* * *
Anlaşılan o ki, bir yerlerde, dinleme kayıtlarından oluşan türlü çeşit dosyalar var; sızdırma için doğru zaman bekleniyor.
Böyle bir ortamda ve hükümetin kayıtsızlığı karşısında medyaya düşen, Milliyet’in uyguladığına benzer bir ilkede uzlaşmak, hukukun yanında yer almaktır.
Bu hukuksuzluk dalgasını, ancak böyle ilkeli bir direniş kırabilir.
NOT: Dünkü THY uçağının düşmesinin ardından aynı anda Türk ve Hollandalı yetkililer ekrandaydı. Türkler “Ölü yok” derken, Hollandalılar “Ölü var” diyordu. Ne yazık ki, çoğumuz ilk anda Hollandalıların sözüne inandık ve yanılmadık. Ne acı! Ölenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.