Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“12 Eylül yargılanacak.” Benim kuşağım 30 yıl, bu haberi bekledi.
Hayatımızı darmadağın eden darbenin hesabının sorulacağı günü iple çektik.
Şimdi “Hesaplaşma günü geldi” diyorlar.
Çevreme bakıyorum; hiç heyecan yok. Tuhaf, ama bende de yok.
Niye ki?
Bu kadar geciktiğinden mi?
Darbecilerin çoğu öldüğü, yaşayanların da mahkemeye çıkacak hali kalmadığı için mi?
Yoksa “Biz büyüdük, küllendi dava” durumu mu?
Değil.
Latin ülkelerine bakıyorum.
Demokratlar, 90 yaşında darbecileri yargılıyor. Kayıp mezarları açılıyor, yitik canların heykeli dikiliyor, eski işkencehaneler müze oluyor.
Bizde eski Susurlukçuların itirafları, hatta Diyarbakır Cezaevi işkencecileri için soruşturma açıldığı haberi bile parlayıp sönüverdi.
Neden?
* * *
Bu soruyu Roelf Meyer’e sordum.
Meyer, Güney Afrika’da ırkçı rejime son veren müzakerelere katılan bir barış adamı... Türkiye’ye “Barışı Kurmak” adlı konferans için geldi.
“Geçmişle hesaplaşmak, geleceği kurmak için bir fırsat mı, engel mi?” diye sordum.
Dedi ki:
“Ben kendi deneyimlerimden yola çıkarak, geçmişle hesaplaşmanın iyi olduğunu düşünüyorum.
Ama ne zaman:
Geleceği çözdükten sonra...
Eğer gelecek için barışçıl bir çözüm ararken geçmişle hesaplaşmaya girişirseniz bu, gereksiz ek gerginliklere neden oluyor. Herkes birbirini suçlamaya başlıyor. Bu nedenle önce barışçıl bir çözüme kavuşmak, sonra geçmişle hesaplaşmak daha iyi... Nitekim biz Güney Afrika’da önce uzlaşıp demokratik bir anayasa yaptık, sonra Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nu kurduk.”
* * *
İşte “hesaplaşma vakti” çanlarına duyarsızlığımız bundan...
Yarını güvenceye alamadan düne dönme endişesi...
Geleceğe koşarken suçlamalarla patinaj yapma tehlikesi...
Sorumluları aramaya kalktığımızda, çoğumuzun -belki de sadece sessiz kalarak- sorumlu olduğumuzu görme ihtimali...
Kimse kimseden yaşadığı acıları unutmasını isteyemez. Hesabı görülmemiş davalar toprağa gömülürse, faili meçhul kalmış ölüler kanar toprak altından... Kanatır istikbali de...
Ama öte yandan bunun ebedi bir kan davasına dönüşmesi de mayınlar geleceğimizi...
Yarının kapılarını kapatır.
* * *
Ben affa inanıyorum.
Devletin çıkaracağı bir af yasasını kastetmiyorum.
Hepimizin vicdanında zamanla mayalanacak bağışlama kudretini kastediyorum.
Darbe döneminde işkenceden geçmiş bir dostum var:
Timur Ertekin...
Geçenlerde yazdığı bir yazıyı yolladı. Diyor ki:
“Kendi adıma bembeyaz bir sayfa açmaya hazırım. Toplumsal barışı bozanları, pusuda can alan Jitemcileri, harekât planlarıyla ülkeyi kaosa sürükleyenleri, işkencecilerimi affedebilirim. Yeter ki günahlarını itiraf etsinler ve bir daha bunların yaşanmasına izin vermeyecek bir düzen kuralım. Bunun dışında adil bir çözüm yolu yok!”
Ahmet Türk de “Kardeşlik için 17 bin faili meçhulün katilini affetmeye hazırım” demedi mi?
* * *
Sıraya koymalıyız:
Önce silahların gömülmesi... Barış... Uzlaşmaya dayalı demokratik bir anayasa...
Sonra itiraf, özeleştiri, özür, Hakikatleri Araştırma Komisyonu ve af...
Bu sırada gitmezse, barıştan önce hesaplaşmaya girişilirse, korkarım karşılıklı suçlamalarda çok vakit kaybedeceğiz.
Barışı geciktireceğiz.
Oysa “Benim ilgi alanım gelecek.
Çünkü ömrümün kalanı, orada geçecek.”