Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener Sonra 70'lerin son dönemecine girdik. Kan sızdı okul duvarlarından... Devam etmek gelmedi içimden... İşe girdim, okula sınavdan sınava uğradım.Ama gidip geldikçe, bahçede öğrencileri gördükçe hep "Keşke doyasıya bir öğrencilik yapabilseydim" burukluğu geçti içimden. Hâlâ da geçer. Ben SBF Basın Yayın Yüksek Okulu'na büyük heyecanla girmiştim. Girdiğim sene bir kitap tutuşturdular elime: Pulitzer'den "Felsefenin Temel İlkeleri"... Altını çize çize okudum. Okula yeni gelenlerin talim kitabı olduğunu sonradan öğrendim. Mülkiyeliler Birliği'nin girişimiyle hazırladığımız "Mülkiye belgeseli" için 1977 mezunu, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'le buluştuk.Mülkiye yıllarından konuştuk. O konuştukça, aynı zorlu yıllardan, aynı dikenli yollardan geçip geldiğimizi fark ettim. Bugünkü Şener'i şekillendiren yolculuğun ilk duraklarını görebildim. Ve anladım, nasıl olup da iktidardayken muhalif kalabildiğini...AKP'nin içkiye karşı topyekun savaş açtığı bir dönemde Şarap Üreticileri Derneği'nin toplantısına katılıp "Ben bu nesnenin her şeyini bilirim, tadı dışında" diyebildiğini...Herkes yabancı sermaye geliyor diye zil takıp oynarken "Dikkat, Arjantin'e benzeriz" uyarısını yapabildiğini... Aynı yıllar, aynı yollar Şener'in babası 93 Harbi'nde Rus zulmünden kaçıp Sivas'a yerleşen bir Kafkasyalı muhacir...Annesi de aynı zulümden kaçıp Osmanlı'ya sığınan Çeçen bir ailenin kızı... Babası Sivas'ta TCDD'de işçilik yaparken, Abdüllatif aileye destek için simit satmış.Lisede okurken karateciymiş. Ama gözü İstanbul'daymış. Aynı sırada oturduğu arkadaşıyla, liseyi bitirip İstanbul'a gidecekleri günlerin hayalini kurarlarmış.Sınavda edebiyat fakültesini tutturmuş Şener; bir yıl orada okumuş. Ertesi yıl yeniden denemişler. İkisinin puanı da İstanbul'da okumaya yetmiş bu kez... Sıra arkadaşı İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümü'nü seçmiş.Ama Şener ön kayıt için gittiği Mülkiye'deki heyecandan çok etkilenip son anda İstanbul hayalinden vazgeçmiş:"Ben Mülkiye'ye gideceğim. İstanbul'a vali olarak geleceğim" demiş. İstanbul'a vali olacaktı O güne dek Necip Fazıl'dan heyecanla şiirler okuyan dini bütün bir öğrenci Şener...Marksizmi sadece onu lanetleyen yazarların kitaplarından tanıyor.Mülkiye'de yurtta kalmaya başlamış. Orada hayatında ilk kez Marksistlerle karşılaşmış. Bu karşılaşmayı şöyle anlatıyor:"SBF'de öğrencilerin ve hocaların çoğu Marksistti. Hangi ders olursa olsun, içine mutlaka Marksizmle ilgili bir şeyler serpiştirirlerdi. Hiç unutmuyorum, bir gün dört ders vardı. İlk üçünde hocalar Marksist olmasa da Marksizmi anlattılar. Son ders başka bir sınıfta Mümtaz Soysal'ın dersi vardı. 'O da Anayasa dersinde Marksizmi anlatacak' dediler. 'Dört dersin dördü de Marksizm olsun bari' diye ona girdim." Dört ders Marksizm Bu yoğunluk onda ters tepmemiş. Yıllar sonra bakan koltuğunda sergilenecek bir hoşgörünün ilk adımlarını o yıllarda atmış:"İnsan bir fikirle karşılaştığı zaman önyargılıysa toptan reddeder. Bu tür tepki veren arkadaşımız da çok olurdu. Ben hiçbir zaman, hiçbir düşünceye karşı böyle olmadım. Kestirmeden 'Bu yanlıştır' diye hiçbir düşünceyi reddetmedim. Bir şeyle karşılaştığım zaman 'Acaba bu neyin nesidir?' deme alışkanlığım vardır." İşte bu alışkanlıkla Marksizmi daha yakından tanıyabilmek için solcu arkadaşlarından kitap sormuş. Tahmin ettiğiniz gibi Pulitzer'in "Felsefenin Temel İlkeleri" tavsiye edilmiş. Kitabı, ders gibi altını çizerek okumuş. Aynı kitap Peki ne etki yapmış Marksizm, genç Şener üzerinde?"Marksizm her şeyden önce, tutarlı bir düşünce biçimi sunuyor size... Başka düşünceleri de kritik etme metodolojisi veriyor elinize... Bu metodolojiyle, hemen kendime yöneldiğimi, kendimi, düşüncelerimi ve inançlarımı sorgulamaya tartmaya başladığımı hatırlıyorum."Belli şablonları giyinmenin, kolayından kimlik edinmek anlamına geldiği o dönemde zor olanı, sorgulamayı seçmiş Şener: "Müslüman bir kimliğe sahip olduğum için, İslam'la ilgili konuları tartışmaya açardım arkadaşlar arasında... Oysa o dönemde din, inananlar açısından tartışma alanı dışındaydı. Ama ben 'Her konu tartışılmalıdır' derdim. 'Bunları fazla kurcalama' diyen arkadaşlarıma da, zamanında Tanrı'nın var olup olmadığını bile tartışan eski İslam filozoflarını örnek gösterirdim. Bu sorgulama sonunda, hakim düşüncenin baskısı altında kendi iç hesaplaşmamı yaptığım bir dönem yaşadım. Ve sonunda, bütün konuları önüne koymuş, tahlil etmiş, sonra da inançlarıyla ilgili kararını vermiş bir insan olarak çıktım üniversiteden..." "İnançlarımı sorguladım" Tabii o kadar kolay olmamış çıkmak...Kantinde uygar tartışmaların yapıldığı dönem kapanıp da çatışmalar başlayınca içinde yer aldığı "dindar öğrenciler"le birlikte kopmuş okuldan...Sağcı öğrenciler fakülteye alınmaz olunca derslere gelmez olmuş. Sınavdan sınava uğramış üniversiteye...Bir sınavda kağıdı boş vererek yapılan boykota katılmış.Çatışma çıktığında bodrumda dindar odacıların yanına sığınmış. Arada namazını da orada kılmış. Ayrıntılarını yakında izleyeceğiniz "Mülkiye belgeseli"nde bulacağınız o dönemde, 10 üzerinden 7,5 not tutturarak mezun olmuş. Boykotta, çatışmada Şener, Mülkiye'den sonra bir süre Maliye'de çalıştı, değişik üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı ve AKP kurucusu olarak siyasete atıldı.İstanbul'a vali değilse de Türkiye'ye başbakan yardımcısı oldu. Bugün üslubuna yansıyan "ötekine saygı" yaklaşımı, ola ki o en kanlı dönemlerin Mülkiye'sinden ve belki de müşterek okunan bir Pulitzer kitabının satır aralarından süzülmüştür. Ötekine saygı "O yıl biz 3. sınıftaydık. Boykotlar nedeniyle fakülte açılmamıştı. Bir gün okula gittim. Seha Meray'ın cenaze töreni vardı. Bütün öğrenciler oradaydı. Tam kapıdan çıkacağım sırada iki öğrenci geldi, kimliğimi sordu. Çıkarırken, biri diğerine 'Ara üzerini' dedi. İşin tehlikeli olduğunu anladım. Her gün birilerinin öldüğü bir ortamda, çok fazla oralarda oyalanmamak gerektiğini düşünerek 'Buradan kaçmam lazım' dedim. Sol tarafa doğru koşsam orada Hukuk Fakültesi, Siyasal yurdu var; sağ çıkamam. Ne yapıp yapıp fakültenin önündeki caddeyi geçmem lazım. O zaman yaşama şansım var. "Mülkiye'de dayaktan nasıl kurtuldum?" Son sürat, caddeye doğru koşmaya başladım. Siyasal'ın kapısından çıktıktan sonra 8-10 merdiven vardır, biraz gidince iki-üç merdiven daha, sonra bir-iki merdiven daha var, en son gene bir 8-10 merdivenle caddeye inilir. Ben ilk merdivenden atlar atlamaz, arkamdan, 'Yakalayın faşisti' diye bağırdılar. O anda bahçede kızlı erkekli oturan grup birden ayaklandı ve beni yakalamak için harekete geçti. Bahçeye doğru, son sürat koşmaya devam ettim. Üçüncü merdivenleri geçerken, biri çelme taktı, takılıp düştüm. Elimdeki kitaplar dağıldı. Bir ara 'Kitapları toplasam mı?' diye düşündüğümü hatırlıyorum ama 'Her an bir kurşun gelebilir' düşüncesiyle kalktım, son merdivenlerden indim, o hızla caddenin karşı tarafına geçtim. Yukarıda, farklı düşünceden arkadaşların kaldığı bir yurda doğru koştum. Bir ara takip ediyorlar mı diye dönüp baktım, öğrencinin biri kemerini çıkarmış, sallaya sallaya hâlâ peşimden koşuyordu. Yakalayamadılar ama düşmekten kalkmaktan, ayakkabımın topuğu sökülmüş, pantolonum, dizim, elim, hem tarafım parçalanmıştı, kanamıştı." "Yakalayın faşisti!" "Her türlü riskine rağmen Mülkiye'yi çok sevdim ben. Orada öğrenci olmayı çok önemsedim. Mülkiyeli kimliğini her şeyin ötesinde gördüm. Ama o ortam da hiç hoşuma gitmedi. Şöyle adam gibi bir öğrencilik yapamamak, içimde ukde kalmıştır hep... Hatta 1980'den sonra, Maliye'de çalışırken, 'Üniversite sınavına tekrar girsem de şöyle düzgün bir öğrencilik yapsam' diye düşündüğüm olmuştur.Kızdığım şey aslında, Mülkiye değil, o günkü ortamdı. Şimdi bakıyorum, mesela fakülte yıllarında bir kız arkadaşımızın olmayışı doğru bir şey değildi. Yani o dönemle ilgili bir eksiklik olarak değerlendiriyorum. Ama o günün koşullarında, böyle bir şeyin olması da mümkün değildi. "Kız arkadaşımız yoktu, ne eksiklik!" Çünkü o dönemki tüm ideolojik gruplar, böyle ideolojik faaliyetleri bırakıp da kız-erkek arkadaşlığıyla vakit geçirenleri döverlerdi. 'Sev-Genç yok, Dev-Genç var' derlerdi. Bakış tarzı bu olunca, siz, üniversite atmosferinin gerektireceği bazı doğallıkları da yaşama imkanından mahrum kalıyorsunuz. Bu, büyük bir eksiklik. Böyle bir ortamda öğrenci olmanın sıkıntısını yaşadık. O kadar ki, ben o günün atmosferinin etkisiyle olsa gerek, diplomayı aldıktan sonra okul kapısından çıkarken 'Bu kapıdan içeri girmek bir daha nasip olmasın' dediğimi hatırlıyorum." Sev-Genç yok, Dev-Genç var "Sevdiğim bir hocam, derdi. (gülüyor) Bence bu, belli bir dönemdeki algılamayı yansıtıyor. Neden? Özellikle Soğuk Savaş döneminde, Türkiye'nin genel atmosferinde zaten bir devletçilik vardı. O zaman siyaset, ekonomi devletçi boyutlar taşıyordu. Mülkiye öğrencilerinin de mezun olduktan sonra iş alanları hep kamuydu. Dolayısıyla Mülkiye'nin bir devletçi ağırlığı vardı. Tabii oradaki öğrenciler de bu yapı üzerinde yetişiyor. O halde, devletçiliği komünistlik sayarsanız, bizim jenerasyon için ister sağcı ister solcu olsun, hepsinde biraz komünistlik kırıntısı, komünist bir damar vardır diyebiliriz." can.dundar@e-kolay.net "Her Mülkiyelide biraz komünistlik vardır"