Yaklaşan tehlikeyi Trevanian haber vermişti: "Senden yeteneksizlerin, ne kadar kalabalık olsalar da, seni yenebileceklerine inanmıyorsun, ama artık mediokrasinin (sıradan insan iktidarının) çağındayız. Mediokrasi, sıkıcı, renksiz, aptal görünür. Fakat ebedi biteviyeliğini hiç bıkmadan sürdürür.
Kalabalıklar, zorbaların en sonuncusu olacaktır."
***
Son 3 günde 3 "star"ın başına gelenler, Trevanian’ı doğruladı.
Derya Tuna sahnede soyundu diye, Nurseli İdiz barda dağıttı diye, Deniz Baykal kürsüde hırçınlaştı diye hedef oldu.
Bu 3 stara dair 3 alıntı okuyalım:
"Tuna işi"ni üstlenen fail:
"Onu bacım gibi severdim. Transparan giyince sinirlendim."
İdiz’in imaj danışmanı Abdullah Oğuz (Milliyet’te Ahmet Tulgar’a):
"Nurseli rezil vaziyette yakalanmış kameralara. Bunu yapmaması lazımdı. Böyle bir olayın ardından sanatçının ne yapacağına karar vermek bizim işimiz. Olay olduğunda ben yurtdışındaydım. Ajanstaki arkadaşlar toplanmış karar vermişler: Nurseli basın önünde özeleştiri yapacak."
Ve Baykal (1999’da bir TV programında "Hırçın mısınız" sorusuna sinirlendiğini hatırlatan İsmet Berkan’a):
"Hırçınlık denen şey benim içtenliğimdi. Beklerdim ki bu içtenlik kamuoyuna da ulaşsın, öyle değerlendirilsin. Ama eleştiri konusu olunca, içtenliğimin ulaşmadığını gördüm. Böyle olunca da insan mecburen profesyonelleşiyor."
***
Asrımızın yeni efendisi kalabalıklar...
Nicedir ulu şefler, kanlı diktatörler değil, onlar terbiye ediyor bizi...
Ne giyeceğimize, ne kadar içeceğimize, neyi nasıl diyeceğimize "kamuoyu" denilen zorba karar veriyor. Bu sıkıcı baloda hangi maskeyle gezeceğimizi o belirliyor.
Kalabalığın kolu öyle uzun, öfkesi öyle yaman ki, kimse "Hayat benim, ister soyunur, ister dağıtır, ister hırçınlaşırım" diyemiyor.
Kitlelerin izin verdiği kadar açılıyor, içiyor, öfkeleniyoruz.
Kazara maskemiz düşerse çıkıp özür diliyoruz. Maskesiz halimizi eve saklıyoruz. Bu, "samimiyetsizlik"e de "profesyonellik" diyoruz.
***
Oysa eskiden, - yani vitrin, satış ve oy kaygısı, kişilik, sanat ve siyaset kavgasının önüne geçmeden - kalabalığın zorbalığına posta koyabilen "aykırı"lardı "starölar...
"Mediokrasi"den farklı davranabilme ve bundan dolayı hesap vermeme gibi bir ayrıcalıkları vardı.
"Size ne" diyebiliyor, başka türlü bir hayat (giyim, üslup vb.) tarzı da olabileceğini sergileyerek hem yaratıcılıklarına hayat alanı açıyor, hem toplumun hoşgörü sınırlarını zorluyorlardı.
Dostoyevski’nin bir imaj danışmanı olsa, kumar oynamasına engel olacağından "Kumarbaz"ı yazamayacaktı.
Oscar Wilde eşcinsellikten yargılanırken "Dünya anlamıyor diye bir erkeği sevmekten vazgeçecek değilim" savunması yerine özeleştiri yapacaktı.
***
İmaj çağının kitle şakşakçılığı, kalabalıkları çıkardı tahta...
Starla kamu arasındaki iki yüzlülük anlaşmasını da imaj tasarımcıları kaleme aldı.
Sonuç?
Mediokrasinin eli kanlı hükümranlığı...
Aynı elden çıkmışçasına birbirine benzeyen yapmacık yıldızlar, tek slogana indirgenmiş şablon fikirler, kazıyınca altından bambaşka yüzler çıkan maskeler, farklılığı kurşuna dizen kiralık katiller... kaybedilmiş "hükümsüz" kimlikler...
Kalabalığın rüzgarına karşı yürüyen kimse kalmayacak mı?