Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın geçen haftaki sancılı İstanbul ziyareti bana yeni kuşakta giderek yok olmaya yüz tutan eski bir orta sınıf âdetini hatırlattı:
“Misafir odası”nı...
Benim kuşağım için misafir odası, bir ev içi müzedir.
Evin en kıymetli yeri, paha biçilmezidir.
Gitmesek de görmesek de orda olan, yanı başımızdaki bir uzak ülke, küçücük evde muhtemel misafir için her daim hazır ve kilit altında tutulan bir yasak bölgedir.
İki oda bir salon evimizde, hepimizi tek odaya sıkıştırıp kendisi bomboş duran naftalin kokulu bir mabettir.
Gösterişli koltuk takımı, üzeri işlemeli beyaz örtüler altında, kendisine oturacak kıymetli basenleri bekler.
Nadiren açılan güneşliklerden gün yüzü göremeyen ağır perdeler, bol ampullü kristal taklidi avizeler, kolalı danteller üstünde birbirine sarılmış porselen biblolar, her daim yeni silinmiş gibi parlayan halılar, ince bilekli seyyar sehpalarla evin vitrinidir misafir odası...
Duvarda, özendiğimiz dünyaları resmeden röprodüksiyon tablolarla stüdyoda çekilmiş, siyah beyaz aile fotoğrafları asılıdır.
Köşedeki camlı dolapta ancak toz alınacağı zaman el değen gümüşlerle, yıllardır “değecek biri” için açılmayı bekleyen içki şişeleri durur.
Kütüphane varsa, raflarında genellikle kapağı kaldırılmamış cilt cilt ansiklopediler bulunur.
Oda, sobaya uzak olduğundan, gölgelikler güneşi durdurduğundan ve de içerde yaşam olmadığından genelde soğuktur.
Evi pislik götürse de misafir odası her dem temiz tutulur.
* * *
Çünkü “el âlem ne der” merakının, kendini olduğundan farklı gösterme kompleksinin mekânı misafir odası...
Evin değil, gösteriş ihtiyacının bir parçasıdır.
O yüzden evin gerçek sahiplerine yasak, misafir denilen anonim “görücü”ye ait bir diyardır.
Gerçek evimiz, kimliğimiz, misafir odasında değil, oturma odasındadır. Dolayısıyla, aslında misafir odasında, biraz biz de misafirizdir.
* * *
Ahmedinecad gelecek diye İstanbullulara şehrin kapanması, geçeceği yolların “kirden, pisten, kalabalık”tan arındırılması, bütün kargaşanın, onun göremeyeceği yerlere yığılması, tipik bir “misafir odası” yaklaşımıydı.
Bizim ne çektiğimizden ziyade, misafirin ne göreceği önemliydi. Böylece misafir, bütün kenti böyle sanacak, etrafa öyle anlatacaktı.
Ama beklenmedik bir şey oldu:
Hane halkı bu zulme isyan etti.
Misafir de hak verdi.
Hatta “Siz bize gelseniz, ben size böyle yapmam” dedi.
“Misafir odası”, tüm dekoruyla çöküverdi.
* * *
İyi de oldu.
Zaten nüfus büyüyüp evler küçüldükçe misafir azalmış, yeni kuşakta misafir odası zihniyeti de tarihe karışmıştı.
Bu son dersle, misafirin gözüne girmek için kendi halkına eziyet etmenin, bütün pisliği misafirin basacağı halının altına süpürmenin manasızlığı tamamen anlaşılmış oldu.
Biri gelip “Ben senden bunu istemedim ki” demeden evde, ülkede, nihayet içimizde, hep başkaları için beklettiğimiz misafir odalarını yıkmanın, kendimize bile yasakladığımız odalara gidip rahatça oturmanın, yıllardır açılacağı günü bekleyen içki şişelerinin kapağını kaldırmanın zamanıdır.
Unutmayın!
Bu dünyada hepimiz misafiriz.