Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Geçen yıl Beyazıt Öztürk (namı diğer "Beyaz") telefon etti.
Hoşbeşten sonra laf kitaptan açılınca gayet dostane, okuyacak bir şeyler tavsiye etmemi istedi benden...
Ben de sevdiğim 8 - 10 kitaptan bir koli yapıp gönderdim.
Teşekkür, bir hafta sonra "Beyaz Showöda geldi. Sağ olsun, canlı yayında - hem beni de bağlatıp - koliden çıkan kitaplardan bahsetmez mi?
Bu küçük hediyenin canlı yayına konu olmasından mahcup oldum tabii; "Ne demek, lafı bile olmaz" türünden cümleler sıralayıp kapattım.
Gece, elektronik postalarımı açmak için internete girdim. Baktım mesaj yağıyor:
"O kitaplar neyse biz de okumak istiyoruz!"
İnanmayacaksınız ama aylarca, yolda gören, telefon eden, mektup yazan yüzlerce insan bana o 8 - 10 kitabın adını sordu. Aradan bir yıl geçti, hala "Hangi kitapları yollamıştınız Beyaz’a" diye soran çıkar.
***
Vatan’da Zülfü Livaneli’nin "Hangi kitaplarla başlamalı" yazılarını okuyunca, çoğu köşe yazarının aynı soruya muhatap olduğunu fark ettim.
Okumaya yeni başlayan ya da çok geciktiğini anlayanlar, karşısındaki engin kitap denizi karşısında işe nereden başlayacağını bilemiyor. Ve güvendiği insanlardan kendisine rehberlik etmesini istiyor.
Bunda yadırganacak bir şey yok.
İşin beni rahatsız eden yanı şu:
Gelen mesajlardan anlıyorum ki, okuma listesi isteyenlerin çoğunun asıl aradığı şey, onları ellerinden tutup kitap denilen uçan halıya bindirerek uçsuz bucaksız okuma ülkesine yolcu etmemiz değil; sınıfta, ofiste veya sohbette ne çok şey bildiklerini, ne çok kitap okuduklarını kanıtlama imkanı sağlayacak "bilgi tabletleri"...
***
Geçenlerde bir yayıncı dostum, "Listelerde pek görünmez ama, her dönem en çok satan kitaplardan biri ‘Roman özetleri’dir" dedi.
Geniş hacimli romanların yükü altına girmeden sizi 10 - 15 sayfada konusu hakkında bilgi sahibi kılacak ve kız tavlamada ya da oğlanların gözünü boyamada işe yarayacak "haplaştırılmış romanlar"...
Hâlâ var mı bilmem; bir zamanlar, kütüphanelerin rafına monte edilebilecek kartondan kitap sırtları satılırdı. İçi boş olan bu dekoratif malzeme, hem kütüphanenizi, hem sizi "zengin gösterirödi.
Yeni nesilden tanıştığım kimi gençler, nasıl biriyle yatmak için onu tanıma zahmetine katlanamayacak kadar sabırsız, kariyer yapmak adına meslek etiğini hiçe sayacak kadar hırslı ise, "hızlandırılmış kültür sahibi olma kursları"na yazılabilecek kadar sığ ve acul...
***
Oysa insan, her bir çiçekten emdiği balözünü vücudunda koyulaştırıp bala dönüştüren ve günü geldiğinde ağzından çıkarıp peteklere dolduran arılar gibi, her bir kitaptan ayrı tat alıp bunları benliğinde harmanlar; sonra da ya bal saçar biriktirdiklerinden... ya da iğnesinden zehir...
Ama balözünü emeceği çiçekleri biraz da hisleri ve deneyimleriyle seçer.
Bu anlamda kitap da mahremdir; damak tadı gibi, tensel temas gibi, hatıra defteri gibi... taklide, tavsiyeye, aceleye gelmez.
Bir sayfa çevirip bambaşka bir dünyayla tanışmak, bir kahramanla özdeşleşip beraber olgunlaşmak, yeni diyarlar keşfederken kendi varlığını deşmek, herkesin biraz da el yordamıyla, tek başına yaşadığı, heyecanlı bir serüvendir.
Yine de bilmek istiyorsanız - artık - söyleyeyim; Beyaz’a, Montaigne’nin, Nietzsche’nin, Eco’nun, Baudlaire’in, Bacon’un, Gündüz Vassaf’ın, Cemil Meriç’in, Murat Belge’nin denemelerini yollamıştım; iştah açan tadımlık okumalarda insana farklı düşünce ufukları aralar diye...
Ama bence, siz yine de kendiniz dokuyun kendi uçan halınızı... sizcileyin kitaplardan ilmeklerle...