Tek başına iktidar, en son 1983’te Turgut Özal’a kısmet olmuştu.
Sandıktan, askerin istemediği, kimsenin beklemediği bir sonuç çıktı. ANAP ezdi geçti. Ancak Özal, iktidarı alabileceğinden kuşkuluydu. Seçimden hemen önce, Cumhurbaşkanı Evren, kendisi aleyhine bir konuşma yapmış ve ipleri koparmıştı.
Acaba devlet, sonucu hazmedebilecek miydi?
Bugün AKP lideri benzer durumda...
Seçimden hemen önce Cumhurbaşkanı’yla bir restleşme yaşadı.
Bu çatışmaların neye mal olduğunu en son Ecevit - Sezer kavgasında gördük. O yüzden bir yenisine tahammülümüz yok.
Tersine ülkeyi yumuşatacak akılcı yaklaşımlara ihtiyaç var.
Sözünü ettiğim Evren - Özal geriliminin nasıl aşıldığını 6 Kasım 1983 seçimlerinin yıldönümü dolayısıyla yarın gece CNN Türk’te yayımlanacak "O Gün" belgeselimizde izleyebilirsiniz.
Belgeselden, bugüne ışık tutacak bir ipucu vereceğim:
Özal, seçim gecesi bir Mercedes’le İstanbul’dan Ankara’ya geldi. Arabayı kardeşi Korkut kullanıyordu. Yol boyu radyoda zafer haberlerini dinlerken Evren’e karşı ne yapılacağını konuştular.
Korkut Özal "Ben arkadaşlara danışayım" dedi. O gece danıştığı arkadaşlar "Evren’le bir köprü kurulmalı" dediler:
Görev Turgut Özal’a düşüyordu. "Köşk’ten haber beklemeden gidip Evren’le barışması lazımödı.
Özal ertesi sabah randevu aldı. Ve Köşk’te Evren’i bir el - ense darbesiyle kendine çekip tarihe geçen ünlü öpüşme sahnesini yarattı.
Türkiye’yi rahatlattı.
Erdoğan, yarın Sezer’i öper mi bilmiyorum.
Ancak, 6 Kasım 1983 gecesi Özal’a Evren’le öpüşme fikrini verenlerden birini burada açıklamak istiyorum.
AKP’nin başbakan adaylarından Vecdi Gönül...
Erdoğan olmazsa aynı adımı Gönül veya - diğer güçlü aday - Turgut Özal’ın Kayseri lisesinden okuldaşı Abdullah Gül de atabilir.
Ama AKP, bir an önce inisiyatif alıp "görevlendirme krizi"nin çözümüne yardımcı olmalıdır.
Ruşen Çakır ve Fehmi Çalmuk’un "Tayyip Erdoğan" kitabında önemli bir saptama var (Siyahbeyaz, 2001, s.145):
Devletle zıtlaşmaktan, sistem dışı kalmaktan yorulmuş Milli Görüşçüler Erdoğan’ı, kendilerini sorunsuz bir şekilde merkeze taşıyabilecek, orduyla aralarını düzeltebilecek lider olarak görüyor.
Ancak bir de bakıyorlar ki, Erdoğan minareleri süngüye, camileri kışlaya benzetmiş. Demokrasiyi "amaç değil araç", baleyi "belden aşağı sanat" ilan etmiş. "Elhamdülillah şeriatçıyım" demiş. "Ben bu toplumun doktoruyum, o yüzden içkiyi yasakladım" diye diklenmiş.
Ama şimdi bunlar, Erdoğan’ın dağarcığında, şöhret olmuş yıldızların, gençliğinde çektirdiği çıplak fotoğraflar gibi duruyor.
Artık Erdoğan "Bizim iyi Kuran okuyan insanlara değil, Türkiye’yi iyi yönetecek kadrolara ihtiyacımız var" diyor.
Bir liderin olduğu kadar, bir akımın da "entegrasyon süreci" bu...
Büyük bir öfkeyle, kendisine sahip çıkmayan merkezdeki putları yerle bir eden muhafazakar kitle, çeperdeki bir partiyle onun dışlanmış liderinin sırtında merkeze yürüyor.
Hem yasaklarla sonuç alamayacağını görmüş devletin, hem ortamı germekle bir yere varamayacağını anlamış Erdoğan’ın gereken dersleri aldığını umuyor ve bu sürecin kazasız belasız tamamlanmasını diliyoruz.
Bu başarılabilirse, bir arada yaşama kültürüne ve demokrasiye de katkı sağlayabilir çünkü...
NOT: Bu yazıyı kaleme aldıktan sonra Erdoğan, Cumhurbaşkanı Sezer’den randevu isteyeceğini açıkladı.