Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


"Titanik", çağımızın telaşlı - yorgun aşıklarının, güvertede koklaşmalı eski moda aşk hikayelerine ne kadar susadığını göstermişti bize...
"Pearl Harbor" Titanik seyircisinde keşfedilen o susamışlığa yöneldi. Ama sonuç, gişe önünde büyük bir yıkım oldu.
Pahalı bir prodüksiyonla çekilen ve tantanalı bir kampanyayla vizyona sokulan "yılın filmi", hiç iş yapmadığı gibi, alay konusu oldu.
Bir Amerikalı eleştirmen "Film 3 saat sürüyor, çünkü hep ağır çekimde ilerliyor" diye yazmıştı. Bir başkası "Hala izlemediyseniz videosunu deneyin. İleri sararak daha kolay izleniyor" dedi.

* * *

Ben yine de sinemada izlemeyi tercih ettim ve sinema eleştirmenlerinin sözünü dinlemediğime pişman oldum.
Titanik'ten çok Top Gun'ı çağrıştıran, aşkla soslandırılmış bir milliyetçilik filmi...
Japonlar, film başladıktan 1 saat 20 dakika sonra saldırıyor ve ardından 40 dakikalık bir "Havai fişek gösterisi" geliyor. Kara bakışlı Japonlar, aydınlık yüzlü Amerikalıları gafil avlıyorlar, neyse ki, "bizim çocuklar" çabuk toparlanıp hiç olmazsa bir - iki Japon uçağı indiriyorlar.
"Bizim çocuklar" dediğim başroldeki jet pilotu iki arkadaş...
"Esas oğlan", hemşireye aşık oluyor. Sonra harbe gidiyor. Uçağı düşüyor. Esas oğlanın en yakın arkadaşı, esas oğlanın kız arkadaşına kara haberi veriyor. "Üzüntüden" uçağın hangarında sevişmeye başlıyorlar.
Fakat heyhat!..
Tam işi pişirmişken esas oğlan, "Ben aslında ölmemiştim" diye çıkageliyor. Durumu görünce üzülüyor biraz tabii... En yakın arkadaşıyla "it dalaşı"na girişiyor. Sonra konuyu kapatıyor, ikisi birleşip Japonlarla it dalaşına girişiyorlar. Bu sefer arkadaşı "hakkatten" ölüyor.
Film bitiyor.

* * *

Film Critic'te yazan Christopher Null "kolektif hafızamızın Disneyleştirilmesi yönünde yeni bir adım" diye tanımlıyor filmi...
Eleştiriler daha çok filmin bildik klişelere başvurmasında, tarihsel gerçeklikten uzak olmasında, savaşın dehşetini sıradan bir fon olarak kullanmasında yoğunlaşıyor.
Ancak geçen gün konuştuğum bir sinema ustası, Pearl Harbor'un gişe yenilgisine daha ilginç bir yorum getirdi:
"Sinema seyircisi perdedeki kahramanla özdeşleşmek ister. Burada kahraman hangisi: En yakın arkadaşının öldüğünü öğrenince sevgilisiyle yatan genç mi? Sevgilisini kaybettikten sonra onun en yakın arkadaşıyla kırıştıran kız mı? Yoksa sevgilisine el koyan arkadaşını 'Neyse olmuş bir kere' diye affeden esas oğlan mı...?"
Aynı usta, bir başka örnekle güçlendirdi tezini:
"Ghost filmi niye tuttu? Çünkü kahraman, öldükten sonra bile sevdiği kıza sarkan adamın yakasını bırakmadı".
Türk seyircisi de Eşkiya'da 35 yıl sevdiği adamı bekleyen suskun kadını sevmemiş miydi?

* * *

Peki gerçek hayatta var mı böyle aşklar?..
İnsanlar bir sevgiliyi 35 sene bekliyorlar mı?
Bunu sorunca, "İşte sinema bunun için var" dedi Usta;
"İlk fırsatta arkadaşının aşkına sulananların çoğaldığı bir çağda seyirci, hayatında tadamadığı şeyi perdede görüp mutlu olmak istiyor."
Beyazperde bir aynaya dönüşüp bize bizi gösterdiğinde buna tahammül etmek zorlaşıyor.
O yüzden bir gemi güvertesinde rüzgarı kucaklayarak sarılan bedenler, 35 yıl beklenen sevgililer, ölümden sonra bile yaşayan aşklar sarmalıyor seyirciyi...
Hayatın içindeki aşk azaldıkça, perdedeki hepten kıymetleniyor.