Pazar gecesi CNN'de ürkütücü bir Afganistan belgeseli yayımlandı.
Yapımcı, baba tarafından Afgan bir kadın gazeteci...
Hiç görmediği anavatanına gazeteci olarak gidiyor ve bir dehşet manzarasıyla karşılaşıyor:
Virane evler, dilenen kadınlar, anneleri gözlerinin önünde katledilmiş yetimler, toplu infaz törenleri için kullanılan stadyumlar...
Gizli kamerayla çekilmiş bir korku filmi bu...
Ancak yapımcı Afgan kökenli olmasına rağmen ekranda ne bu dehşetin nedenini anlamaya dönük bir çaba var; ne de çözüm için başlatılan bombardımanın yol açtığı sonuçlar...
Gizli kamera, stadyumun "ceza sahası" içinde burkasıyla diz çökmüş bekleyen bir kadını görüntülüyor.
Az sonra tüfekli bir Taliban gelip kadını beyninden kurşunluyor.
Bu barbarlık karşısında isyan etmemek elde değil... Ama bu canavarlık bile, bunu bize nakleden Amerikalı gazetecilerin, birkaç ay önce kendi ülkelerinde gerçekleştirilen bir başka idam sahnesini canlı yayımlarken hiç de böyle "duygulanmadıklarını" unutturmuyor bize...
İyi paketlenmiş bir haber dosyası, Amerika'da çok makul bir şey gibi yansıtılan bir "resmi cana kıyma töreni"nin, Afganistan'da "vahşi bir katliam" olarak resmedilmesini sağlayabiliyor.
* * *
Washington Journal, 15 Ekim'de "Pentagon'un 4 ay için bir halkla ilişkiler firmasıyla anlaştığını" yazdı.
Habere göre Rendon Group adlı bu şirketin asıl işi, savaşın Pentagon'un istediği gibi yansıtılmasını sağlamak... Haberde bu şirketin Körfez Savaşı sırasında da benzer bir çalışma yaptığı belirtiliyor.
Amerikan kamuoyunu büyük ölçüde medyanın biçimlendirdiğini düşünürsek bu kampanyanın asıl dayanağının Amerikan medyası olacağını tahmin etmek zor değil.
İşte bu noktada habercilik ve propaganda işlevlerinin birbirine karışma ihtimali yükseliyor.
Örneğin, Başkan Bush'un "Siviller hedef değil" açıklamasına rağmen Afganistan'da büyük sivil kayıplar olduğunu internetten ve Arap medyasından öğreniyoruz, ancak ABD televizyonlarında göremiyoruz.
Geçenlerde Washington Post'a konuşan üst düzey bir Amerikan askeri yetkilisi şöyle demişti:
"Afganistan savaşı, şimdiye kadar görülenlerden çok farklı, 'enformasyon ağırlıklı' bir savaş olacak. Elbette bu savaşta bilgi verirken yalan da söyleyeceğiz."
New York Times'ın televizyon eleştirmeni Carny James, belki de bu yüzden "Medya ile hükümet arasındaki mesafe giderek bulanıklaşıyor" diye yazdı.
Washington Post'ta Howard Kurtz ise NBC'deki bir röportaja Amerikan bayrağı işlemeli kravatla çıkan meslektaşını eleştirirken "Gazeteciler Amerikan takımının bayraklı amigoları haline gelmemeli" dedi.
* * *
Dezenformasyon kampanyalarına karşı uyanık olmamız gereken bugünlerde "medyayı anlamak" isteyenlere dostum Doğan Tılıç'ın yeni kitabını (Medyayı Anlamak. Su Y. 2001) tavsiye edeceğim. şöyle diyor Tılıç:
"Amerikan medyası ilk günden beri savaş haleti ruhiyesi içinde yayın yapıyor. Bu gibi durumlar, belli bir amaçla kasten yalan yanlış bilgilerin yayılmasına en uygun ortamlardır. (..) Medya, moral panik yaratarak, hedef gösterilen tehdide karşı uygulanacak her türlü yönteme, kitlelerin onay vermesini sağlar".
İşin ilginç yanı Tılıç'ın hatırlattığı gibi, savaşta nasıl objektif yayın yapılacağının kurallarını daha önce bize anlatan da bizzat Amerikalılar:
O kurallar, "Taraflardan biri senin ülken bile olsa tarafsızlığını yitirme, savaşı kışkırtma, teröre ve ırkçılığa prim verme" diyor.
Oysa şimdi Pentagon, kitlelere "evet" dedirtmek için medyayı kullanıyor.
Bu savaş oyununun pasif seyircileri olarak tetikte durmamız lazım.
Yakında, bize "Ne duruyoruz" dedirtecek türde Irak haberlerine hazırlıklı olmamız lazım.
Diğer kanallar tıkalı...
Tek yönden besleniyor ve bir tek ses işitiyoruz.
"Amerikan bayraklı amigolar"a karşı uyanık olmamız lazım.
Özay Şendir
Özel’den Sosyalist Enternasyonel mesajları ve İsrail
23 Mayıs 2025
Cem Kılıç
Üretken yapay zekâ dört işten birini tehdit ediyor!
23 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Hayal bile kuramıyoruz!
23 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Rakamlar yalan söylemez
23 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Suriye, İsrail ve karıştırıcılar
23 Mayıs 2025