1942 yılıydı. Cihan savaşının tam ortası yani...
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nü bitiren 3 öğretmen adayı, tayin oldukları yerlere dağılmadan önce mezuniyetlerini kutlamak için Ankara'ya geldiler. Ulus'ta bir lokantaya oturup kendilerine içkili bir ziyafet çektiler. Ancak hesap geldiğinde neşeleri kaçtı. Ceplerindeki para yetmiyordu.
"Yandık, ne yapacağız" diye düşünürken içlerinden Cafer, "Siz biraz oyalanın, ben para bulup geleyim" dedi. Ankara'da kimseyi tanımıyordu. Tek bildiği isim Köy Enstitüleri'nin kurucusu, efsanevi eğitimci İsmail Hakkı Tonguç'tu. Cafer İlköğretim Genel Müdürlüğü'nün kapısını çaldı. Genel Müdür Tonguç, genç öğrenciyi buyur etti. Çakırkeyif Cafer ayakta zor duruyordu. Utana sıkıla, başlarına geleni anlattı:
"Tonguç Baba... Zor durumda kaldık. Sizden başka yardım isteyebileceğimiz kimse yok. Borcumuzu en kısa zamanda öderiz" dedi.
Tonguç, hemen elini cebine atıp, Cafer'in içki parasını denkleştirdi. Uğurlarken de babacan bir tavırla nasihat etti:
"Bir daha geldiğinde daha iyi bir gerekçen olsun."
* * *
Bu aralar hazırlamakta olduğumuz "Köy Enstitüleri belgeseli" için herkesten, elindeki bilgi, belge, tanıklık ve fotoğrafı bizimle paylaşmasını istediğimizde ulaştık bu ilginç anıya...
Elbet bugün herkesin birbirini ismen tanıdığı o küçük Ankara'ya çok uzağız. Artık genç mezunlar, bırakın ilköğretim müdüründen borç para istemeyi, onların makamına bile yaklaşamaz haldeler. Vazgeçtik bakanlık bürokratlarından, elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin, kaçımız öğretmenimizle bu ana/baba sıcaklığını yaşayabildik, yaşayabiliyoruz ki artık?...
Öğretmenler Günü'nde yanıtlamamız gereken önemli soru budur.
Elimde Eğitim - Sen'in geçen sene 2300 öğretmene uyguladığı bir anketin
sonuçları var (Prof. Fatma Gök ve Prof. Rıfat Okçabol/ öğretmen Profili Araştırma Raporu, 1998). Bu temsili kitlenin yanıtlarına bakıldığında ortaya çıkan "günümüzün ortalama öğretmen profili" şu:
Bir ilçede doğmuş (yüzde 35), 40 yaşın üstünde (yüzde 42), evli (yüzde 79), bir ya da iki çocuklu (yüzde 60). Çoğu erkek (yüzde 60). Yarısı (yüzde 49), 100 metrekareden küçük evlerde kirada oturuyor. Aldığı maaşla ev kirasını karşılayamıyor ve geçinebilmek için ek iş yapıyor (yüzde 70). Tatil yapamıyor (yüzde 38). Ancak yüzde 10'u tiyatroya gidiyor. Çoğu boş zamanlarında "gazete ve dergi okuduğunu" söylüyor. Ancak"Hiç kitap alır okur musunuz" sorusunu yanıtlamayanların oranı yüzde 39'u buluyor.
Yarıya yakını (yüzde 43) öğrenciye yeterince saygı gösterilmedi kanısında; yarısından çoğu da öğrencinin derslere ilgi duymadığına inanıyor (yüzde 58).
Araştırmanın bence en çarpıcı bulgularından biri "öğretmenlik aşkı" ile ilgili:
Her üç öğretmenden biri fırsatını bulsa öğretmenlikten ayrılacağını söylüyor.
Yüzde 30'u, "bu maaşa ancak bu kadar çalışılır" diye düşünüyor.
* * *
Mesleğinden soğumuş, öğrencisiyle diyaloğu kopmuş, geçim derdine düşmüş ve kendini yetiştirmeyi unutmuş bir öğretmen profili var karşımızda...
Bir banka reklamında "Vat iz dis" diye bas bas bağırırken karikatürize edilen öğretmen, bu prototipin yansıması aslında... Ama öğretmenleri hicvederken herkesin dönüp bir de kendine bakması gerekiyor.
Tamam öğretmenler derslere hazırlıksız giriyor da, acaba hakimlerimiz duruşmalara dosyalarını hatmedip mi giriyorlar?
Savcılarımız çağdaş sorgulama tekniklerinden ne kadar haberdarlar?
Polislerimiz karakollarda, okuldaki bir öğretmenden daha mı şefkatli?
Gazetecilerimizin kaçta kaçı ayda bir kitap okuyor?
Doktorlarımız işinden çok mu memnun?
Bakanlarımız tiyatroya gidiyorlar mı?
Kısaca, herkes düzgün de bir tek öğretmenler mi kusurlu?
* * *
Bu sene yerine konulamayacak değerde iki hocamı Mahmut Tali Öngören ve Ahmet Taner Kışlalı'yı kaybettim. Onların acısıyla, yazının sonunda birkaç satırı kendime ayırıp, "kalanlara" selam etmek istiyorum:
"Ünsal Hocam, Raşit Hocam, n'olur siz kendinize iyi bakın! Kurthan Hocam, Baskın Hocam, Türker Hocam, Süha Hocam, Mümtaz Hocam, Aysel Hocam, Oya Hocam, Rıfat Hocam ışığınızı üzerimizden eksik etmeyin!"
Üzerimde emeği olan, adlarını anamadığım bütün hocalarıma buradan "elleriniz dert görmesin" derken son olarak "içki param denkleşmese gidip isteyebileceğim" ilköğretmenim Cuyibar Bölükbaşıoğlu'na seslenmek istiyorum.
"Sizi geç bulup çabuk kaybettim. Verdiğiniz onca emeğe karşılık hiç olmazsa gelip ellerinizden öpebilmem için bana yerinizi bildirir misiniz? Öğretmenler Gününüz kutlu olsun, sevgili öğretmenim...."