Alarmdayız! 24 Nisan’da acaba Amerika’nın yeni Başkanı, kampanyasında verdiği söze sadık kalıp “Ermeni soykırımı”ndan söz edecek mi?
Ederse Amerika’ya küsecek miyiz?
Küsersek ilişkileri nasıl götüreceğiz?
Ya Kıbrıs?
Müzakerelerde Ankara devre dışı kalacak mı? Çözüm aranırken cephede kazanılanlar, masada bırakılacak mı?
Endişeliyiz.
Aleviler yürüyor. Zorunlu din derslerinden, Diyanet’in yapısından, camilere uygulanan kolaylıklardan cem evlerinin yararlanamadığından yakınıyorlar.
Farklılıklarının tanınmasını, haklarının verilmesini istiyorlar.
Kürtler ayakta...
Başbakan’ı kapalı kepenklerle, protestolarla, intifada görüntüleriyle karşılıyorlar.
“Kimlik” diyorlar, “dil” diyorlar, kendilerine verilen sözlerin tutulmasını istiyorlar.
Korkuyoruz.
* * *
Yıllar yılı içten içe kaynasa da sağlam tıpası sayesinde dışa karşı mıh gibi sağlam görüntü veren şişemizin kapağı açılıyor ağır ağır...
İçine doldurduğumuz, konuşmayıp bastırdığımız, korkudan tartıştırmadığımız meselelerimiz zuhur ediyor birer ikişer...
Çözmedikçe şişenin içinde büyüttüğümüz korkularımız,
“tartışılmaz gerçeklerimiz”, “kırmızı çizgiler”imiz, “değişmez maddelerimiz”, “dokunulmaz tabular”ımız bir bir gündeme geliyor.
Her sorunu korkusuzca masaya yatırma, tartışarak anlama, diyalogla çözme temayülünde bir yeni dünya karşısında bocalıyoruz.
Cinler, onca yılın karanlığından, hayli serpilmiş olarak ve duymaya alışkın olmadığımız kadar sert bir söylemle çıkıyor şişelerinden...
“Biz de varız” diyorlar, “Nerede haklarımız?” diye soruyorlar, tarihten örnek veriyorlar, yarında söz sahibi olmak istiyorlar.
Kendi yazdığımız tarih hep bizden yana olmuş.
Şimdi o kitap farklı şeyler söyleyince bocalıyoruz.
* * *
Eski yasakların kalkanı, ardına saklanamayacağımız kadar zayıfladı artık; şişeyi korumaya yetmiyor, çözüm üretmiyor.
“Bölücüler” “Yıkıcılar” diye bağırmak, polisi, savcıları yardıma çağırmak, uluslararası komplo teorileri uydurmak, daha sert yasaklara sarılmak işe yaramıyor.
Şişeden çıkan cinler, yasakların rehavetinde yosun bağlamış şişemizden daha donanımlı, daha dinamik ve daha bilinçli görünüyor.
O halde yapılacak şey açık:
Korkulara yenilmemek, yasakçı dili terk etmek, sorunların varlığını kabullenmek, “tartışılmaz” hiçbir gerçek olamayacağını bilmek, farklılıkları görmek, diyalog kapılarını açık tutarak bir arada yaşamanın çağdaş yollarını keşfetmek, sorunlar için şikâyet sahiplerinin de katılımıyla kalıcı çözüm politikaları üretmek...
Özetle, fırtına öyle güçlü ki, şişeyi kırılmadan bir arada tutmak için camı kalınlaştırmak, tıpayı sağlamlaştırmak yetmiyor.
Yegâne çare, şişeyi herkesin, (nicedir içinde tutulmuş cinlerin de) gönüllü sahipleneceği bir ortak yaşam merkezi haline getirmek... özgürleştirmek...
Bunu yapabilirsek, içindeki mektupları dikkatle okuyup cevap verebilirsek sevgili şişemizi bu fırtınada çatlatmadan güvenli sulara ulaştırabiliriz.