Medya-iktidar kavgalarının tarihi, ülkemizin çok partili demokrasi tarihiyle yaşıttır.
Sandık ortaya konulduğundan beri hükümetler kendilerine yandaş gazeteler oluşturma çabasına girişmiş, muhalif basınla kavga etmiştir.
Kavganın başlama zamanı, iktidarın eleştiriye tahammül eşiğine bağlıdır; daha doğrusu balayının uzunluğuna...
Ama genel ilke, basınla kavganın, iktidarların iniş dönemine rastlamasıdır.
Hırçınlaşmanın peşinden genellikle seçim ve hüsran gelir.
* * *
Oysa bu kez Başbakan en güçlü döneminde başlatıyor kavgayı...
Seçimden zaferle çıkmış, kapatılmaktan kıl payı yırtmış ve önünde yeni bir dönem açmışken, sakin, ciddi, yapıcı bir üslup tutturmak yerine zafer sarhoşluğuyla silah kuşanıp taarruza geçiyor.
Ama -baştan beri olduğu gibi yine- ses tonu fazla yükseldiğinden taarruzun gerekçesi tam anlaşılamıyor:
Sorun, son dönem birbiri peşi sıra patlayan yolsuzluk dosyalarıysa, bu öfkenin ardında bir sansür niyeti var demektir.
Yok sorun, memleketteki muhalefet boşluğunu “bir kısım medya”nın doldurmasından duyulan rahatsızlıksa ve o yüzden “Sen benim dosyaları açıyorsun ama, ben de sana dair neler biliyorum, açıklamıyorum” mesajı veriliyorsa, burada da apaçık bir şantaj yapılıyor ve pazarlık koşulları yoklanıyor demektir.
Bunun seçmen-okur-izleyici zihninde yaratacağı izlenim şudur:
“Herkesin zulası öbürü aleyhine dosyalarla dolu...
Soğuk savaşta bunları birbirlerine karşı koz olarak tuttular.
Şimdi birbirlerini o zulaları patlatmakla tehdit ediyorlar.”
Bu izlenimden hem iktidar, hem basın zarar görmektedir.
Bilen, bildiğini derhal ve koşulsuz açıklamalıdır.
* * *
Madalyonun bir yüzünde hükümetin eleştiriye tahammülsüzlüğü ve tek sesli medya yaratma hayali varsa, diğer yüzünde de medya-iktidar ilişkilerinin sağlıksızlığı var.
İktidar gücünü elinde tutanların medyaya ne kadar hoşgörüyle bakması gerekiyorsa, medya gücünü elinde tutanların da hükümete o denli mesafeli durması gerekiyor.
“Medya, gazetecilik dışında iş yapmamalı” görüşünü savunanlara karşı hep “medyanın diğer işleri”nin ona hükümet karşısında iktisaden bağımsızlık sağlayacağı teziyle karşılık veriliyordu.
Oysa apaçık görülüyor ki bu tez, -en azından Türkiye örneğinde- doğrulanmıyor.
Çünkü ekonominin iplerinin hâlâ büyük oranda devletin elinde tutulduğu Türkiye’de iktidara yaslanmadan ayakta durmak uğruna yapılan tüm ticari girişimler, yine hükümet kapısına açılıyor.
O kapıları çalmak ve Başbakan’la iş görüşmesi yapmak zorunda kalmak bile siyaseten kullanılıp şantaj malzemesi yapılabiliyor.
* * *
Başbakan’ın seçim sonrası ortaya çıkan “tek partili rejim” ortamından cesaret alarak medyayı susturma gayretine giriştiği bu dönemde hükümete mesafeli durmak, haber ilişkisi dışında ilişki ve polemik içinde olmamak çok daha itibar sağlayıcıdır.
Hem medyanın, hem okurun, hem seçmenin ve aslında hem de hükümetlerin çıkarı, medyanın herkesten ve her şeyden tam bağımsızlığındadır.