Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye’de yabancı diplomat olmak ne zordur kim bilir...
Ne olup bittiğini içerdekiler bile anlamlandırmakta güçlük çekerken onlar için Türk siyaseti, hepten meçhul bir ülke olmalı...
Geçenlerde bir Batılı ülkenin büyükelçisi şaşkınlıkla soruyordu:
"İslamcı parti iktidara geldi deniliyor. O partinin lideri Avrupa başkentlerine kulis yapmaya giderken oruç tutmuyor. Karşısında sosyal demokrat bir parti var. Onun lideri aynı amaçla yurtdışına çıkarken oruç tutuyor. Benim de kafam karışıyor".
Devam etti:
"Askerin yaptığı bir Anayasa var. Erdoğan bu Anayasa’nın değiştirilmesini istiyor. Baykal karşı çıkıyor".
Bunu nasıl rapor edecek başkentine?..
"Muhafazakârlar askeri Anayasa’da radikal değişiklikler istiyor, radikaller ise Anayasa’nın muhafaza edilmesinden yana..."
***
Kafa karışıklığı bununla da bitmiyor.
"Sizin gibi Batı taklitçileri" zihniyetinden kopup gelmiş AKP, AB’nin bayraktarı oldu. Genel Başkanı, oruç ağızla Avrupa kapısını zorluyor.
Kıbrıs’ta savaş, Türk - Yunan kardeşliği üzerine dizeleriyle tanınan şair başbakan döneminde patlamıştı. Şimdi o eski başbakan şahinlerin başını çekerken, güvercini AKP omuzluyor.
IMF ile el sıkışan ekonomist, sosyal demokrat saflarda...
IMF’ye savaş ilan eden partiyi ise sağcı bir sermayedar yönetiyor.
Dahası halkımız hem o ekonomisti umut diye alkışlayıp, hem öbür sağcıya oy veriyor.
Bugün iktidarda askerin ağırlığını en hararetle destekleyenler "Maocu"lar; en çatışır görünenler ise muhafazakâr diye bilinenler...
Siz yabancı olsanız kafanız karışmaz mı?
***
Sosyal bilimcilerde de aynı kategorize etme sıkıntısı var.
Sabancı Üniversitesi’nden Doç. Ayşe Kadıoğlu, dünkü Milliyet’te Derya Sazak’la konuşurken AKP’yi "Ne sağa, ne merkeze, ama Tony Blair’in üçüncü yoluna" benzetiyor; "sosyalist yüzlü pazar ekonomisi" tanımı yapıyor.
ODTÜ’den Doç. İhsan Dağı ise Radikal’de Neşe Düzel’e yaşanan süreci şöyle özetliyor:
"Geleneksel Batıcılar Batı karşıtı oldu, İslami ve Kürt gruplar ise fena halde Batıcı..."
***
Batılı büyükelçilere, Türkiye’de "sağcı - solcu" meselesini bir başka gözle görebilmeleri için İdris Küçükömer’in "Düzenin Yabancılaşması"nı (Bağlam, 1994) tavsiye ederim.
Küçükömer’e göre kamplaşma, daha Osmanlı’da Batılılaşma ile başlamıştır:
Bir yanda "İslamcı halk", karşısında "laik bürokrat"...
2. Meşrutiyet’te bu kavga büyümüş, Cumhuriyet’te de sürmüştür.
Küçükömer’e göre "laik bürokrat, emperyalizmin ekonomideki etkisini, sanayiin tasfiyesi ve işsizlikle sonuçlanan süreci göremediği için yaptığı reformlarda halkla bütünleşememiştir".
Bu nedenle de "Batıcı - bürokratik gelenek" zamanla resmi ideolojiye yapışarak tutuculaşmış, ezilenlere sahip çıkmak, değişimi zorlamak, merkezi - otoriter yapıyı sarsmak gibi "sol"a özgü misyonları da "İslamcı - Doğucu gelenek" üslenmiştir.
Şimdi, tasfiye edilen sanayinin dışladığı işsizleri, yoksulları, varoşları (yani potansiyel sol seçmeni) arkasına alıp resmi ideolojiye kafa tutan bir maneviyatçı parti, AB kapısını arşınlıyor.
Ve bu, tek parti döneminde "komünizm" için söylenen bir meydan okumayı akla getiriyor:
"Memlekete Batıcılık lazımsa, onu da biz getiririz."