Gül, “Rektör seçimini Cumhurbaşkanı yapmamalı” deyip rektör seçiminin de üniversitede yara açtığını söyleyince “Peki kim seçmeli?” tartışması başladı.
Bilgi Üniversitesi kurucusu Latif Mutlu hemen Köşk’e bir rapor yolladı. Rapor hem devlet, hem vakıf üniversiteleri için ABD patentli “mütevelli heyeti sistemi” öneriyor:
“Müfredatımız, ders kitaplarımız, akademik sistemimiz ABD’den ithal... Yüksek lisansa ABD’ye gidiyoruz. Niye yönetim sistemini ABD’den almıyoruz?” diye soruyor.
* * *
Nedir “mütevelli sistemi”?
Rapordan özetleyelim:
Üniversitenin kurulacağı şehirde vali başkanlığında bir heyet kurulacak. Bu heyette belediye başkanı, başsavcı, kıdemli hâkim, garnizon komutanı, ticaret ve sanayi odaları başkanı, şehrin vergi rekortmenleri, meslek kuruluşlarının ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri yer alacak.
Onlar 7 kişilik bir “mütevelli heyeti” seçecekler.
Heyet üyelerinin üniversite mensubu olması şart değil, “topluma mal olmuş, üniversiteye bağış yapacak ya da yaptıracak kişiler” olmaları yeter...
Latif Mutlu’nun raporunda bu heyetin, “bir işletmeye yönetici atar gibi” rektör ataması, rektörün de heyete “şirket hissedarlarına hesap veren bir yönetici gibi rapor vermesi” öngörülüyor. “Rektörün verimi düşerse işine son veriliyor.”
* * *
Bu öneriyi eski YÖK üyesi, Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Genel Başkanı, hocam Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’ya sordum:
“Daha önce özelleştirmelerde izlenen yol izleniyor” dedi:
“Önce kamu, iş göremez hale sokuluyor. Sonra özelleştirme tek yolmuş gibi dayatılıyor. Yani ölümü görüp sıtmaya razı olmamız bekleniyor.”
Prof. Işıklı’ya göre, eğitimde ABD’nin başarısı, kıtanın tarihsel fırsatlar üzerine kurulmuş olmasından kaynaklanıyor.
“Aynı olanaklara sahip olmayan ülkelerin bu modeli taklit ederek başarı beklemesi boş bir hayal...”
Bu öneriyi, “eğitimi piyasaya endeksleyen, üniversiteyi sermayenin emrine veren neoliberal anlayışın ürünü” olarak görüyor Prof. Işıklı:
“Sermayenin öncelikleri ile bilimin ilke ve hedefleri arasında onulmaz bir çelişki vardır. Yüksek öğrenim yalnızca devletten değil, tüm toplumsal güçlerden, özellikle de sermayeden bağımsız olmalıdır” diyor.
Çözüm?
“Her zaman olduğu gibi demokrasi” diyor Prof. Işıklı:
“Tek yol, üniversitenin kendi kendini yönetmesidir. Ancak bu sayede üniversiteler özerk, bilim özgür olabilir. Siyasal iktidarın partizanca müdahalelerinden veya paranın sultasından kurtulmuş bir üniversite ancak böyle oluşabilir.”
* * *
Mevcut sistemden kimse memnun değil ama, “mütevelli sistemi” de kârlılık esasına dayalı bir eğitim modeli yaratıp üniversiteyi ticarethaneye dönüştürebilir.
Niye Almanya’da rektörlerin akademisyenler tarafından seçildiği göz ardı ediliyor?
Niye dünyanın en itibarlı üniversitelerinden Cambridge’in akademik ve idari personelden kurulu 5 bin kişilik bir parlamento tarafından yönetildiği dile getirilmiyor?
Niye Glasgow’da rektör sıfatını taşıyan yetkilinin öğrencilerce seçildiği söylenmiyor?
Niye ülke için en iyi model sayılan demokrasi, üniversite söz konusu olunca zararlı ve bölücü bir yöntem oluyor?
Son sözü Bertrand Russel’a bırakayım:
“İngiltere’de ve Amerika’da toplumsal bilginin azalmasındaki etken, bilgisiz milyonerlerden bağış koparma isteği olmuştur. Buna karşı çare, sanayicilerimizin değerini anlayamadıkları konularda devlet parasını harcamaya hazır, eğitimli bir demokrasi yaratmaktır. Bilginlerimiz kendilerini zenginlere sığıntı olma eğiliminden kurtarabildikleri ölçüde sorunun çözümü kolaylaşacaktır.”