Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Atatürk araştırmacılarının nicedir beklediği Hüsrev Gerede’nin anıları (Literatür Y. 2002) nihayet çıktı. Gerede, 1919 Mayısı’nda Mustafa Kemal Paşa ile Samsun yolculuğuna katılmış, Erzurum ve Sivas kongrelerinde, ilk Meclis’te, iç isyanların bastırılmasında görev almış, Cumhuriyet kurulduktan sonra da büyükelçi olarak görev yapmış kilit isimlerden biri...
60 yıldır yayımlanmayı bekleyen hatıralarının ilk bölümü, günü gününe tutulan notlardan oluştuğu için tarihi belge niteliği taşıyor.
Kitabının ikinci bölümü ise Atatürk’ün kişiliği ve özel hayatına dair birbirinden ilginç ayrıntılar veriyor.

"ALLAH’A İNANIR MISINIZ?"
Yıl 1930.
Hüsrev Gerede Tahran Büyükelçisi...
Eşiyle Ankara’ya geldikleri bir gün Atatürk tarafından Çankaya Köşkü’ne yemeğe davet ediliyor.
Atatürk, Gerede’nin eşi Lamia Hanım’ı sağına oturtuyor. Lamia Hanım, Avrupa’da yetişmiş, Batı dillerini ve yaşam biçimini öğrenmiş, ancak dini inançlarını yitirmemiş bir kadın.
Sofrada rakı olmaması herkesi şaşırtıyor. Bunun nedenini Gazi, Lamia Hanım’a dönerek şöyle açıklıyor:
"Hanımefendi, siz rakıdan hoşlanmazmışsınız. Bu akşam şerefinize şampanya içeceğiz."
Lamia Gerede’nin babası Galip Kemali Bey’in Atatürk’ün yakın çevresi tarafından "Padişah yanlısı, Hilafetçi" diye nitelendiği ve sevilmediği biliniyor. Ata belki de bu söylentileri tahkik için yemek sırasında Lamia Hanım’a ilginç bir soru soruyor:
"Allah’a inanır mısınız? Allah’tan korkar mısınız?"

"BEN ADIMI SEVMEM"
Lamia Hanım bu soruyu cesaretle yanıtlıyor:
"Evet, Allah’a inanırım ve Allah’tan başka kimseden korkmam."
Sonra da itaatte sevginin esas olduğunu, korkuyla sağlanan itaatin sonunun isyan olduğunu anlatıyor.
Atatürk bu kez de çocuklarının adını merak ediyor:
"Büyüğünün adı Ali Faruk, küçüğününki Mehmet Selçuk."
Ata bu kez de Şehzade Ömer Faruk’a atıf yaparak "Neden Ömer Faruk koymadınız da Ali Faruk koydunuz" diye soruyor.
"Ailemizde Ömer adı yoktur" diyor Lamia Hanım, "Ama Faruk’u, doğruluğu ile ün salmış bir halife adı olduğu için koyduk."
Sonra, sorudan duyduğu sıkkınlığı belirten bir çıkış yapıyor:
"Çocuğuna isim koymak bir ananın hakkı değil midir?"
Atatürk bu çıkış üzerine alttan alıp bir sırrını açıyor; kendi isminden yakınıyor:
"Elbette hakkıdır. Bir gün çocuğuna Mustafa Kemal adını koymak isteyen bir hanım için onay vermemi istediler, kendilerine benim bu adı hiç sevmediğimi, fakat ana hakkına karışamayacağımı, diledikleri adı koymakta özgür oldukları cevabını gönderdim."
Atatürk bu ilginç diyaloğun sonunda, masadaki manevi kızlarının yanında Hüsrev Gerede’ye eşini işaret ederek "Ben saygıya layık hanımlara saygı göstermesini bilirim" diyor. Lamia Hanım’ı dansa kaldırıp şunu söylüyor:
"Kızım, artık sen de benim bir çocuğumsun. Seni her zaman savunurum."

Hüsrev Gerede anılarında "Atatürk dindar mıydı?" sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Buna doğrudan cevap vermek çok güçtür. Herhalde oruç tutan, namaz kılan cinsinden değildi. Dinsel söyleşi ve yargılarında oldukça özgür davranır, ancak Hazreti Peygamberi cidden bir dahi, büyük bir siyasetçi olarak tanırdı."
İşte kitaptan bu konuda bir başka tarihi sahne:
Dönemin düşün adamlarından Selim Sırrı Tarcan, Atatürk’ün bağnazlıkla savaşını destekleyen, ancak bir ulusun dinsiz olamayacağına inanan, dinde devrim isteyen yazılar yazıyor.
Bir gün Atatürk tarafından Çankaya Köşkü’ne davet ediliyor. Sofrada içki içmiyor. Gazi zorlamıyor, ama kendisi içtikten sonra Tarcan’a şunu soruyor:
"Sen dinde devrim yapılması hakkında yazılar yazıyormuşsun. Amacın nedir?"
Tarcan, hükümet din işinde de öncülük yapmazsa dinin yok olup gideceğini söyleyince Atatürk gürlüyor:
"Sen bu konularda yazı yazmayacaksın, anladın mı?"
Selim Sırrı, kalemini kırıp atıyor.

"BİZİ AFFET ATAM"
Hüsrev Gerede’nin teşhisi şu: "Kanımca bu dahi (Atatürk) yaşasaydı irtica tehlikesini ortadan kaldırdıktan sonra hiç kuşkusuz dinde de reform yolunu tutacaktı."
Atatürk’ün Türkçe ezan okutturmasını, camilere dolup secdede baş koyacak yükseklikler ve masalar yaptırmak istemesini, bu reform düşüncesinin ilk belirtileri olarak yorumluyor.
İtiraf edeyim ki, Gerede’nin anılarını okuyup bitirdikten sonra bugünlerde seçim sonuçlarına bakıp "Bizi affet Atam" diye ağlaşan gardırop Atatürkçüleriyle, bir devrimcinin istirahatgahını "şikâyet bürosu"na çeviren kifayetsizlere biraz daha acıdım.
Atatürk için, hangi görüşün iktidar olması, sizin hâlâ başınızın çaresine bakmayı öğrene-memiş olmanızdan daha ıstırap vericidir ki?..