Türkiye’nin doğurganlık hızındaki düşüş ve nüfusun yaşlanması, gelecekte karşı karşıya kalınacak sosyal ve ekonomik zorlukların habercisi. Bu sürecin etkilerini en aza indirmek için, proaktif ve bütüncül yaklaşımlarla toplumsal politikaların şekillendirilmesi gerekiyor. Bu sayede, yaşlanan nüfusun getireceği zorlukların üstesinden gelebilir ve sürdürülebilir bir demografik yapı oluşturabiliriz.
TÜİK son dönemde iki önemli rapor yayımladı. İlk rapor 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun toplam nüfus içerisindeki payına dair çok önemli veriler ortaya koyuyor. 2018 yılında 65 yaş ve üstü nüfus 7.186.204 kişi iken 2023 yılında bu rakam 8.722.806 kişi oldu. Yani beş yıllık süreçte artış yüzde 21.4 oldu. 65 yaş ve üzeri nüfus yaşlı olarak kabul ediliyor. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı 2018 yılında yüzde 8.8 iken 2023 yılında bu oran yüzde 10.2’ye yükseldi.
Tarihi zirveye çıktı
Yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki oranı tarihin en yüksek seviyesine
Bayramı kutladığımız bu günde, azımsanmayacak bir kitle çalışmaya devam ediyor. Bayramda çalışmanın şartları kanunla düzenlenmiş durumda. Ulusal bayram ve genel tatil günlerinde işçiler çalışmaksızın ücrete hak kazanıyorlar. Çalışmaları halinde çalışmaksızın hak kazandıkları ücrete ek olarak, o günün ücretini de ayrıca alıyorlar. Bununla birlikte birçok işveren bayramda çalışmanın psikolojik yükünü öngörerek, ücrete ek izin verme yoluna gidebiliyor. Bununla birlikte ek ücret ödenmeden izin verilmesi kabul edilmiyor. Çalışanların aklında genellikle aynı soru bulunuyor. İşveren bayramlarda çalışmaya zorlayabilir mi?
İzin zorunluluk mu?
İş Kanunu’na göre çalışanların bayram tatillerinde izin kullanmaları bir zorunluluk değil. Kanun yapılan işlerin niteliğinin farklı olabileceğini, bayramlarda çalışmanın bir zorunluluk olabileceğini düşünerek bayram çalışmalarını serbest bırakmıştır. Fakat çalışanların bayramlarda çalıştırılabilmeleri ancak kendilerinin verdikleri onaya bağlı tutulmuş
Bugün okullar kapanıyor. Pek çok gencimiz yoğun geçen bir yılın sonunda karnelerini alacak ve yaz tatili başlayacak. Lise son sınıf öğrencileri için ise her yıldan farklı bir heyecan söz konusu. Geçtiğimiz hafta Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı’na girdiler ve sınav sonuçlarını bekliyorlar. Dolayısıyla öğrencilikleri son buldu. Aynı şekilde üniversitelerden mezun olan son sınıf öğrencileri için de öğrencilik evresi geride kaldı. Öğrenciliğin bitmesinin sosyal güvenlik sistemi açısından bir önemi var. Sağlık hizmetlerini anne – baba üzerinden alma konusunda öğrenime devam etmek ve yaş, iki temel şart. Ancak gençlerin endişe etmesine gerek yok, yaş sınırını geçmedikleri sürece öğrencilikleri bitmiş olsa da 2 yıl ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanabilirler.
2016’da yapılan değişiklik öncesi liseden ya da üniversiteden mezun olan gençler mezuniyet sonrasında ebeveynleri üzerinden sağlık hizmeti almaya devam edemiyorlardı. Burada, yaş sınırı ve eğitime devam etme koşulu nedeniyle gençlerin
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından düzenlenen 112. Uluslararası Çalışma Konferansı için Cenevre’deydim. Bu toplantılara mümkün olduğunca katılmaya çalışıyorum. Hükümet, işçi ve işveren temsilcilerimiz bu konferansta geçen bir yılın hesabını kendi cephelerinden verirler. Diğer ülke temsilcileri sorularını sorarlar. Bir çeşit çalışma yaşamı buluşmasıdır.
14 Haziran’a kadar sürecek olan, 187 üye devletinden işçi, işveren ve hükümet delegelerinin taraf olduğu 112. Uluslararası Çalışma Konferansı’nda, temel çalışma ilkeleri ve hakları üzerine değerlendirmeler yapılıyor. Ayrıca, insana yakışır iş ekseninde bakım ekonomisi hakkında da görüş alışverişinde bulunuluyor.
112.Uluslararası Çalışma Konferansı’na Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Vedat Işıkhan’ın yanı sıra işçi ve işveren örgütlerini temsilen Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Burak Akkol, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan,
İş sözleşmesinin taraflarca anlaşarak sona erdirilmesi yaygınlaşıyor. Fakat bu durum yargı tarafından şüphe ile karşılanıyor. Bunun temeli de işçinin iş güvencesine sahip olduğu bir durumda bu güvenceyi göz ardı ederek anlaşma ile iş ilişkisinin sona ermesinin hayatın olağan akışına aykırı olması. Hukuk dilinde ‘ikale’ olarak geçen bu sözleşmeler de bütün sözleşmelerde olduğu gibi ancak tarafların iradelerinin uygun olmasıyla kurulabilir. Bunun anlamı günümüzde çok karşılaştığımız gibi işverenin sözleşmeyi imzalaması aksi takdirde kendisine iftira atıp haklarını hiç vermeden işten çıkaracağına ilişkin tehdidine karşı işçinin bu sözleşmeyi imzalamak zorunda kalmasının hiçbir anlam ifade etmeyeceğidir. Burada çalışanın özgürce karar verdiği bir durum olmadığından yapılan sözleşme de geçersizdir. Çalışanlar yine de dava açıp haklarını isteyebilirler.
Bu durumda sözleşmeye rağmen yapılan işverenin feshi olarak kabul edilir ve çalışan bütün haklarını alabilir. Akla bunun ispatının ne kadar
Türkiye, son yıllarda dikkat çekici bir demografik değişim süreci yaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayınlanan doğum istatistiklerine göre, 2023 yılında toplam doğurganlık hızı 1.51 çocuk olarak kaydedildi. Bu oran, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15 - 49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade ediyor.
Doğurganlık hızı, mevcut haliyle nüfusun yenilenme düzeyi olan 2.10’un oldukça altında. 2001 yılında 2.38 olan bu rakamın 2023 yılına gelindiğinde 1.51’e düşmesi, ülkemizin doğurganlık hızında ciddi bir düşüş yaşadığını ortaya koyuyor. Bu durumun da sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliğinden işgücü pşiyasasına kadar etkilediği çok sayıda alan var.
Bu demografik eğilim, Türkiye’nin nüfus yapısında önemli değişimlere neden oluyor. Doğurganlık hızının düşük olması, uzun vadede nüfusun yaşlanmasına yol açıyor.
Nüfusun yaşlanması, sadece sosyal güvenlik sistemini değil, aynı zamanda iş gücü piyasasını, sağlık hizmetlerini ve genel olarak
1 Ekim 2008 sonrası sosyal güvenlik sisteminde önemli değişiklikler yaşandı. Bunlardan biri de isteğe bağlı sigortalılık konusundaydı. Buna göre bu tarihten önce kişi isterse SSK’lı, isterse Bağ-Kur’lu isterse Emekli Sandığı’na tabi olarak isteğe bağlı sigortalı olabiliyordu. Fakat sosyal güvenlik reformu sonrası isteğe bağlı sigortalılar 4/b’li yani Bağ-Kur’lu olarak değerlendiriliyorlar. İsteğe bağlı sigortalıların Bağ-Kur’lu olarak değerlendirilmesi, emeklilik koşullarının daha zor olması nedeniyle, isteğe bağlı sigortalılık yaptıranların azalmasına neden oldu. Prim ödeyerek sigortalı olan kişilerin emeklilik için 9.000 gün prim ödemesi zorunluluğu ve emekli olacakları zaman bağlanacak aylığın görece sigortalı (SSK) ve memurlara göre düşük olması bu azalmanın temel nedeni.
İsteğe bağlı ödeyebilir
İsteğe bağlı sigortalılık konusunda önemli bir istisna, memurlar yani 4/c’li sigortalılar için söz konusu. Belirli bir süre memur olarak çalışmış kişiler, gerekli şartları sağlamaları halinde isteğe bağlı iştirakçi olarak kendi primlerini
Bir borçluyu borçtan kurtarma yöntemlerinin başında ibranameler gelir. İbranameler tarafların sözleşme nedeniyle birbirlerine borç ve alacaklarının kalmadığını göstermek üzere hazırladıkları belgelerdir. İşçiden baskı ile ibra alınması mümkün olduğundan, kanun sıkı şartlar öngörmüştür. Hatta şartlar borcun ödenmesi ile aynı seviyeye çıkartılmıştır. Bugün ibranamelerin etkisi bu nedenle tartışılmaktadır.
Yargıtay’a göre, “İş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkündür.” Yargıtay bu nedenle yerleşik hale gelmiş uygulaması ile iş ilişkisi devam ederken yapılan ibra sözleşmelerini geçersiz saymaktadır.
İş sözleşmesinin sona ermesi de yeterli değildir. İş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir