Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları

Tekvando tipi çatışmalara benzeyen “şerefli, şerefsiz” toslaşmalarından, “hain-i vatan” suçlamalarına kadar varan polemik ve ağız dalaşlarındaki üslup ve seviye düşüklüğünü, kibarca “ayıplamaya” kalkanlara; 700 yıllık bir geçmişimizin, Divan edebiyatıyla Halk edebiyatında da sadece övgü değil, bol bol da sövgü bulunduğunu, bazı örneklerle sunmaya çalışalım.
* * *
Ömer Özcan’ın, “Başlangıçtan günümüze Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah” antolojisinden aldığım bazı dörtlükler ve mısralar işte...
* * *
Bundan 700 yıl önce Yunus Emre’nin, güncel olayların kancalarında çırpınanlara karşı, alaylı bir “koşma”sından bir dörtlük:
Kerpiç koydum kazana
Poyraz ile kaynattım
Nedir deyip sorana
Bandım verdim özünü
* * *
Bundan 500 yıl önce de, Kaygusuz Abdal’ın, Tanrı’ya siteminden 2 dörtlük:
Ademi balçıktan yoğurdun yaptın
Yapıp da neylersin bundan sana ne
Halk ettin insanı cihana saldın
Salıp da neylersin bundan sana ne

Haberin Devamı

Bakkal mısın teraziyi neylersin
İşin gücün yoktur gönül eylersin
Kulun günahını tartıp neylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne
* * *
Gelelim geçen yüzyılın başına...
Peyami Safa’nın babası şair İsmail Safa’nın, II. Abdülhamit’e karşı uzunca bir hicviyesinden de bir kıt’a, eskimiş kelimeleri tazeleyerek:

Taşra memurlarının acıklı haline eşittir vahşet bugün
Kaldı birkaç hırsıza Hazine-i devlet bugün
Yayıldıkça yayıldı hem yoksulluk hem de rezalet bugün
Memleket yıkıntılar halinde aç mı aç millet bugün
Fazladır hâlâ sarayın masrafı gelirinden
* * *
Bu da Rıza Tevfik’ten, Süleyman Nazif’e veriştirme dörtlükleri:
Beni dişliyemez yılanlar bile;
Sürtünür, kaşınır, geçer hergele.
Yumruk, şamar vuran küstahın hele,
Demirden de olsa eli kırılır.

Fikrimi sarmadı şimdiye değin,
Arsızca sözleri bilmem ne “Bey”in.
Bana çifte atan şaşkın eşeğin,
Kendi çiftesiyle beli kırılır.
* * *
Görülüyor ki, sövüşme ve yergi çok eski bir gelenek bizde; nasıl ki, padişahları ve liderleri “ihsan-ı şahane karşılığından” bol bol övme de öyle.
* * *
TV’lerden yükselen seviyesiz hırlaşmaları izlerken, Namık Kemal’in; Descartes, Voltaire, Diderot gibi Batılı düşünürlerden esintili bir saptaması geliyor hatırıma:
- “Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan çıkar”; fikirlerin çarpışmasından gerçeğin şimşeği çıkar, anlamına...
* * *
Süleyman Nazif de, Namık Kemal’in bu saptamasına şöyle bir ekleme yapmıştı:
- Şayet çarpışanlar balkabakları ise, ortaya sadece çekirdek çıkar.
* * *
Burjuva enternasyonalizmi, çocuklara armağanlar dağıtmakla ünlü Noel Baba’nın beyaz sakallı kırmızı giysili değişik boylardaki kuklalarını; İstanbul’dan, taşra kentlerindeki büyük mağazaların vitrinlerine kadar oturtarak yayılmakta...
* * *
Buna karşılık, “taklitçi bir modernizm” ile “geleneklere bağlı” bir kutuplaşmadan bir türlü kurtulamayan ve “mevki sahipli”ğinin, “meslek sahipliği”ne ağır bastığı Şark’ın ise; ne pirinç mangalı, ne ibriği, ne tespihi, “etli şaraplı kadınlı kahkahalı” dünyaların vitrinlerinde görülebilmekte.
* * *
Çocukluğumda, okuldaki arkadaşlardan bazılarının da harika çaldığı ağız mızıkaları vardı...
Şayet Ankara’nın seviyesi düşük polemikçileri; ağız, dudak, dil ve damağın sadece yiyip içmeye ve dalaşmaya değil, müzik yapmaya da yaradığını; daha çocukken ağız mızıkasıyla tanışarak öğrenebilselerdi, acaba yine aynı geleneksel tepişmenlerin ilkelliğinde kalabilirler miydi?
* * *
Hiç değilse Neyzen Tevfik gibi, eski kuşağın “heccav”ları, çok daha nüktedandı küfürlerinde ve “mevki sahipleri”ni de, delik deşik bir hedef tahtasına şöyle çeviriyorlardı:
Kime sorduysam seni doğru cevap vermediler,
Kimi hırsız, kimi soysuz, kimi deyyus dediler.
Künyeni almak için Parti’ye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre şimdi o mebbus dediler.