Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir kimya laboratuvarında imbikler, imbikleri birbirine bağlayan ufacık cam kanallar, oksijen tüpleri, özel ocaklar, cam çubuk karıştırıcıları, basınçları ölçen kadranlar neyse; bir toplum da “sosyolojik bir laboratuvar” olarak değerlendirildiğinde, “halk deyimleri” toplumsal yapının analizlerine yardımcı olan bir çeşit imbik buharlarıdır.
* * *
Takke düştü, kel göründü.
Görünüşe aldanma.
Halka verir talkını, kendi yutar salkımı.
İki yüzlülüğü anlatan halk deyimlerinden uzantılı, bir Ziya Paşa mısraı:
Çok hacıların çıktı haçı, zigr-i begalde (koltuk altında)
* * *
Dünkü Milliyet’in manşeti:
“DÜNYANIN İZLEDİĞİ DAVADA ‘KÜÇÜK SALON’ FİYASKOSU
Kargaşayla başladı
‘Kaos ortamı yaratmakla’ suçlanan Ergenekon’un ilk duruşmasında büyük kaos vardı. Salon hıncahınç dolunca hâkim ‘tutuklu ve tutuksuzları ayrı yargılama’ kararı aldı. Hukukçular, ‘bu yöntemle adli yargılama yapılamaz’ diyor”
* * *
Posta da şu manşeti atmıştı:
“DAVA BÜYÜK SALON KÜÇÜK”
* * *
Henüz daha İstanbul Boğazı’nın bir yakasından ötekine ancak sandalla geçilebildiği dönemlerde; bir Yahudi, Harem’den Kabataş’a gitmek için bir sandala binmiş.
* * *
Lodos da sert esiyor, dalgalar arasında sandal bir kalkıp bir iniyormuş.
Sandalcı ayakta, alnında terlerle kürek çekmeye çalışırken, ikide birde:
- Allah büyük, diyormuş.
* * *
Sonunda Yahudi, dayanamamış:
- Allah büyük, ama sandal küçük, demiş.
* * *
Bundan 75 yıl önce Edirne’de, bir Fotoğrafçı Dilaver vardı.
Özellikle eğitim düzeyi yüksek, üst düzey bürokratlardan olan genç babalar; eşleri, küçük çocuklarıyla bir hatıra fotoğrafı çektirmek için, Dilaver’in atölyesine giderlerdi.
* * *
Dilaver’in atölyesinde, içinde kuğu kuşlarının yüzdüğünü gösteren mavi bir göl panosu vardı.
Hatıra fotoğrafları onun, yani arka planı romantik bir manzaranın önünde çekilirdi.
* * *
Yeni evli genç hanımlar da, fotoğraf çektirmeye şık giysiler, geniş kenarlı, önü hafif tüllü siyah şapkalar giyerek giderlerdi.
* * *
Ve hatıra fotoğraflarında, küçük çocuklarıyla birlikte çağdaş bir burjuva ailesiymiş gibi görünen çiftlerin hanımları; evlerinde börek hamuru açar, tepsilerde pirinç ayıklar, yemekleri -bir örtü serilerek hemen kurulan- yer sofralarında yerlerdi.
* * *
O dönemlerde Karaköy-Haydarpaşa-Kadıköy seferini yapan yandan çarklı vapurlar; Kadıköy iskelesine henüz tam yanaşmadan, iskeleye atlayıveren kravatlı genç öğrencileri, iskele polisi yakalar ve şöyle derdi:
- Yabancılar görürse ne der; siz de böyle yaparsanız...
* * *
Dünkü Hürriyet’te de, Ergenekon davasıyla ilgili ayrıntılar, iç sayfalarda şu başlıkla verilmişti:
“İçerideki curcuna dışarıda da vardı”
* * *
“Alla Turca” İtalyanca “Türk usulü”; “Alla Franca”, da yine İtalyanca “Frenk usulü” demekti ve bir anlamda “alaturka”nın karşıtıydı.
* * *
Alaturka musikinin çeşitli makamlarından bir tanesi de, “curcuna” idi. Çok hızlı çalınan bir makamdı; öyle ki, dinleyiciler bile coşarak ayağa kalkar, göbek atmaya başlarlardı.
Böylece binbir ayak bir yerde, karmaşık bir cümbüş ortamı doğardı.
* * *
1800’lü yıllardan bu yana, ilkel bir tarım üretimine bağlı, köylü ağırlıklı Türkiye’nin; Saray’dan, sonra da Hazine’den geçinmeli “mevki sahipleri” ve özellikle de “militerler”; kendilerinin artık “alafranga” oldukları kanısındaydılar.
* * *
Alaturka buldukları ve küçümsedikleri halk yığınlarını, “başıbozuklar” olarak damgalamışlar ve kendilerine, kışlalarıyla birlikte “yargıtayı, danıştayı, yargıçlarıyla” özel bir yargı düzeni; “özel hastaneleri, özel dinlenme ve otel tesisleriyle”, özel bir ada kurmuşlardı.
Sivillerin o adanın içine bakıp, eleştiri falan yapmalarını da yasaklamışlardı.
* * *
O ada kutsaldı, vatanı koruyordu ve vatanın bekçisiydi.
* * *
Son 80 yılda bütçelerden Adalet Bakanlığı’na ne kadar pay ayrılmış olduğu; kamu bilincinde billurlaşabilseydi...
Ve bugün dahi 3 bin mahkeme binası eksiğinin bulunduğu bilinseydi...
Ergenekon davasına doğru dürüst bir salon bulunamamış olması, pek de şaşırtıcı bir olay sayılmazdı.
* * *
Evrensel mizahta, bir yığın da “yargı” ile ilgili matrak fıkra vardır. İşte onlardan biri:
Yargıç, tacize uğradığını söyleyen genç kadına soruyor:
- Söylediklerinize göre size merdivenlerde saldırmış, giysilerinizi paramparça etmiş ve deliler gibi ırzınıza geçmeye başlamış... Peki siz, hiç savunmadınız mı kendinizi?
Genç kadının yanıtı:
- Ah savunamadım sayın yargıç; tırnaklarımın ojesi henüz kurumamıştı.
* * *
Sanırız ki, bu fıkralara şimdi bir de, Ergenekon davasının ilk günü eklenecek.
- Sizce bu dava daha başlarken, en çok kimleri mutlu etti ve etmeyi de sürdürecek?
- Sokak köftecilerini...