Uçaklar, havaalanlarında rötar yaptığında; yolculardan bazıları, kendi aralarında homurdanmaya başlıyorlar:
- Herhalde onlardan biri geliyor, onu bekliyorlar.
* * *
Kapıcı dostlar, geçim sıkıntısı çekenlerle, çekmeyenlerden söz ederlerken, üst katlarda oturanlar için:
- Onların vardır, diyorlar.
* * *
Her sabah servis otobüsleriyle sıkışık trafikte işe gitmeye, akşamları da eve dönmeye çalışan düşük maaşlı “görevliler” takımı, gözleri gökdelenlere takıldıkça:
- Onlar işini bilir, diyorlar.
* * *
Bir gün Nasreddin Hoca’ya sormuşlar:
- Hoca hiç değilse sen söyle, kuzum Tanrı aşkına kim “onlar”?
* * *
Nasreddin Hoca, bir fıkrayla yanıtlamış soruyu:
- Bir gün, demiş; bir eski zaman paşasının konağına bir aşçı çırağı alınmış. Aşçı çırağı, konağın arka bahçesindeki kümeslikte dolaşan tepeli tavukları görünce, şaşırmış ve aşçıbaşıya:
“- Bunlar ne tavuğu, diye sormuş.
Aşçıbaşı da:
“- Bunlar, onlardır, demiş.
“- Ya o tepelerindeki ne?
“- Bunlar, onlarsız olmaz.
“- Peki ne deniyor bu tavuklara?
“- Paşaya sormak lazım.
“- Paşa bilir mi?
“- O da bilmez ama, dediği dediktir.
* * *
Nasreddin Hoca’ya:
- Anlattığın şu fıkrayı, biraz daha açıklar mısın, demişler.
Hoca da:
- Çıplak hayattan geçinen meslek sahipleri için “makam sahipleri” onlardır, demiş; bir de kendi durumlarından, durumlarının çok daha iyi olduğunu düşündükleri kişiler, “onlardır”...
* * *
Hoca’ya:
- Peki, demişler; “onlar” için “bunlar” nedir?
- Bazen “sokaktaki vatandaş”, bazen “sıradan bir vatandaş”, bazen da “ayak takımı”...
* * *
Adamın biri, çoktandır görmediği bir arkadaşına rastlamış:
- O merhaba İbişko, demiş; ne var ne yok, nasılsın, iyi misin?
* * *
İbişko:
- Artık demiş; adım İbişko değil, Üstüngil. Çok daha havalı olsun diye, değiştirdim adımı. Durumu mu soruyorsan, olağan üstü iyi. Çok zengin oldum, çalışmam için gerek kalmadı. Deniz kıyısında büyük bir villa aldım. Sabahları denize giriyor, sonra da gidip verandanın üstüne uzanıyorum. Öğleden sonra da denize giriyor, yüzmekten yorulunca, yine verandanın üstüne çıkıyorum. Geceleri de, hava ılıksa, verandanın üstünde uyuyorum.
* * *
Uzun bir süreden beri görmediği arkadaşı İbişko ile karşılaşmış olan adam, eve dönünce karısına:
- Biliyor musun, demiş; bizim İbişko’ya rastladım. Çok zengin olmuş, rahat mı rahat bir hayat yaşıyormuş. Kendisi de, karısıyla birlikte adlarını değiştirip, havalı isimler almışlar. Bizim İbişko’nun adı Üstüngil olmuş, karısının adı da, Veranda...
* * *
İbişko, Hazine’den geçinmeli mesleksiz ve yeni terfi etmiş üst düzey bir “mevki sahibi”ni çağrıştırıyor; veranda da “koltuk”, yahut “resmi araba”yı...
* * *
Olağan üstü sıkılgan ve utangaç olan Cambur, dostu Tenşen’e giderek:
- Yarın, demiş; kızını istemek için, bir işadamının evine gideceğim. Ama cesaretim yetmiyor. Sen de benimle beraber gelirsen, kuvvet alırım. Ne olur kırma beni, birlikte gidelim iş adamının evine.
* * *
Tenşen de:
- Olur, demiş.
Cambur’la yakın dostu Tenşen, birlikte gitmişler iş adamanın evine, kızını istemek için.
* * *
Cambur kayınpeder adayına:
- Efendim, demiş; evlenmek için kızınızı istemeye gelmiştim.
Kayınpeder adayı da:
- Ya, demiş; peki malınız mülkünüz var mı?
- Eh, şey yani, deniz kıyısında küçük bir evim var.
* * *
Tenşen hemen lafa girmiş:
- Ne, demiş; küçük bir ev mi? O kadar da mütevazı olma dostum. Bakın beyefendi, damadınız olmaya can atan Cambur’un, küçük bir ev dediği yer; 10 odalı kocaman bir villa, 3 km’lik de özel bir plajı var önünde.
* * *
İş adamı yine:
- Ya, demiş; çok ilginç.
Sonra da Cambur’a dönüp sormuş:
- Peki, nerede çalışıyorsunuz?
- Bir sabun fabrikasında, sabunların paketlenmesi işinde...
* * *
Tenşen, hemen dalmış lafa:
-Efendim, demiş; bizim Cambur, işçilerle birlikte sever arada sırada çalışmayı da. Yoksa kendisi patronu, o sabun fabrikasının...
* * *
İş adamı:
- Damat adayı olarak, tam aradığım erkeğe benziyorsunuz, demiş; sanırım sağlığınız da yerindedir, öyle değil mi?
* * *
Cambur:
- Önceki gün fena halde üşüttüm, demiş; azıcık öksürüyorum.
* * *
Tenşen:
- Ne demek, demiş; nezleyim, öksürüyorum? Siz onun söylediğine kulak asmayın beyefendi. Size söylemeye cesaret edemiyor ama, gerçekte kanser. Doktorlar bir aylık ömrü kaldığını söylüyorlar.
* * *
Utangaç Cambur’la, kız istemeye giden dostu Tenşen; acaba iktidara göz dikmiş bir muhalefet sözcüsü olsa nasıl konuşurdu, muhalefeti silme derdinde bir iktidar sözcüsü olsa nasıl konuşurdu?
Herhalde hangi tarafın sözcüsü olursa olsun:
- Onların günleri zaten sayılı, derdi.
* * *
İncili Çavuş’a, dünkü Milliyet’in birinci sayfasındaki bir başlığı göstererek:
- Bak, demişler; “İstanbullular yolda çıldırdı”.
* * *
İncili Çavuş:
- Yok, demiş; İstanbullular önce çıldırıyor, sonra çıkıyorlar yola.
* * *
Çakır keyif bir koca, koltuklarının altında 2 araba lastiğiyle gelmiş eve.
Karısı:
- Bu araba lastikleri de ne, demiş; bizim arabamız yok ki...
Kocası:
- Olsun, demiş; araba yoksa da, araba lastiği olmalı. Nasıl ki senin de sutyenin var.
* * *
Tıpkı sivil bir anayasa yoksa da, demokratik bir açılımın olması gibi...
* * *
Oktay Rıfat’tan bir şiirle bitirelim yazıyı:
Sofra
Gecenin yamacına kurdum soframı;
Sol yanımda ay doğdu, gün battı
Sağ yanımda. Açtı göksel tavus kuşu
Yıldız tüneğinde kuyruğunu
Ve bir ışık vurdu şişeme gül rengi;
Esridim içtikçe yudum yudum.
Yaşanmamış Zaman, giyilmemiş urba
Gibi eskir kilitli kutuda.
Belli günlerimin önü ve ardı boş,
Mumun titreşimleri sayılı.
Özay Şendir
Özel’den Sosyalist Enternasyonel mesajları ve İsrail
23 Mayıs 2025
Cem Kılıç
Üretken yapay zekâ dört işten birini tehdit ediyor!
23 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Hayal bile kuramıyoruz!
23 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Rakamlar yalan söylemez
23 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Suriye, İsrail ve karıştırıcılar
23 Mayıs 2025