1945’te liseyi bitirdiğim yıl, Ankara’da Başbakanlık Yazı İşleri Dairesi Müdürü olan babamla birlikte Samanpazarı yokuşunu çıkıyorduk.
Ve ben babama hayatın ne olduğunu anlatmaya çalışıyordum.
* * *
Yokuşun da getirdiği zorluklarla, babam birden sıkılıvermiş ve hayatın, müstehcen de sayılacak 2 kelimelik bir tanımlamasını yapmıştı.
Hayatın, bir kadının 2 harfli cinsel organıyla, bir “dam”dan ibaret olduğunu söylemişti.
* * *
Bendeniz, babamdan hiç böyle bir laf duymadığım için, sanırım biraz yüzüm kızarmıştı.
* * *
Liseyi bunun için mi bitirmiştik, fakülteye bunun için mi gidecektik; bir kadın, bir de ev sahibi olmak için mi?
Ya kadınlar için hayat neydi, onlar için de bir hayat tanımlaması yok muydu?
* * *
Aradan 66 yıl geçti.
Şimdi bakıyorum da; Göztepe’de Taşmektep sokağın ucunda, yani burnumuzun dibinde; 200 m. yüksekliğindeki, inşaatı yeni bitmiş şu gökdelen de neyin nesiydi?
* * *
Efendim, o gökdelen vaktiyle Cemal Paşa’nın ahşap köşküydü.
O Cemal Paşa ki, 1’inci Dünya Savaşı sırasında Suriye’de ordu komutanıyken; yaveri sayılacak kadar yakınında bulunan Falih Rıfkı da, “Zeytindağı” kitabını yazıyordu.
* * *
“Zeytindağı”, Türkiye’de yazılmış tek “anti-militarist” bir eserdi.
Falih Rıfkı orada:
- Biz, diyordu; Türk neferini bir savaşta değil, bir kumarda kaybettik.
Sonra da ekliyordu:
- Türk neferi cephede ölüm düğmesine bastığı zaman, saraylardaki paşaların göğsünde şeref madalyaları yanardı.
* * *
O Cemal Paşa ki, 1915’te “Ermeni tehciri” sorununu da, T.C.’nin 3’üncü, 4’üncü kuşaklarına miras bırakmış durumda.
* * *
Nasıl olmuşsa olmuş, Cemal Paşa’nın köşkü, sonradan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın olmuştu. Daha sonra da, Fevzi Çakmak’ın damadının...
Damat da köşkü yıktırıp yerine 2 katlı beton bir villa yaptırmıştı.
Yıllar sonra kimsenin sahip çıkmadığı villa, çürük çarık bir süre öyle kaldı. Şimdi de yerine bir gökdelen yükseliyor, 200 m. yüksekliğinde.
* * *
Bendeniz liseyi bitirdiğim yıl, Türkiye’nin nüfusu 22 milyondu, bugün 75 milyon.
İstanbul’un nüfusu da 1 milyon bile değildi. Bugün 16 milyon, her yıl da 600, 700 bin kişilik bir göç almakta.
* * *
Dünyadaki 220 devlet arasında, acaba nüfusu bu kadar hızlı büyüyen ve nüfusunun yaş ortalaması 28’e düşmüş başka bir ülke ile İstanbul gibi bir “megapol”ü, sokak adlarına kadar bu oranda hızlı bir değişime uğramış ve uğramakta olan başka bir “megapol” var mı?
* * *
Bazen babama hak veresim geliyor, İstanbul’un neresine baksan bir ev okyanusu; yan yana yüz binlerce kırmızı dam...
* * *
Bir de sık sık gazetelerin 1’inci sayfalarına kadar fırlayan paparazzi haberlerine bakarsak...
Bir de artan beyaz gelinlikli gelinlere...
* * *
Damların içinde ve dışında bir de mutlaka bir kadın bulunduğu çıkıyor ortaya...
* * *
Hayat bundan ibaret değilse bile, onsuz da olamıyor anlaşılan.
* * *
Bir yandan da, 30 yıldan bu yana terör de tırmanıp durmakta...
“Terör” bir “örtü sözcük”, şiddet eylemi demek. Oysa karşılıklı çatışmalar da sürüp gitmekte.
Bir türlü bitirilemeyen bir iç savaşın içine batıyormuş gibiyiz...
* * *
Yok hayır, sakın enseyi karartmayın. Karartsanız ne olacak ki?
Mümkünse eylülün tadını çıkarmaya bakın, onun da gitmesine zaten 2 gün kaldı.