Çoktandır ilginizin dışında bir dolabı açtığınızda, içinde üst üste istiflenmiş slayt kartuşlarını, “8 süper” sinema çekicilerini, projeksiyon makinelerini, reflektör tripiyelerini falan görürseniz...
Artık iyice gerilerde kalmış bir zaman diliminin öksüz oyuncakları, hemen uzanıveriyorlar değişik çağrışım cımbızlarıyla yüreğinizin üstü örtülü derinliklerinde bir daha uyanmamak üzere uyumuş anılara...
*
Ölülerin sağken görmüş oldukları rüyalar, bir gün acaba öğrenilebilecek mi?
İnsan soyunun kalıtımsallık yoluyla her yeni kuşakta kendini hangi oranlarda tekrarladığı daha somut olarak belirlenebilir de fizyolojik yapılarla rüyalar arasında bir ilişki kurulabilirse...
Vücudunuzda mirasını taşıdığınız kişilere ait rüyaların sizde de tekrarlanmakta olduğu çıkabilir ortaya...
*
Kendi hayatlarınızın kaybolup gitmiş dönemlerine ait eski oyuncaklar ve onların film bobinleriyle, fotoğraf klişelerinde dondurup bıraktığı gölgeler, sizin de bir zamanlar yaşarken gördüğünüz rüyalardan bir uzantı sayılamaz mı?
Bir de buna o yıllara ait yazıları eklerseniz...
Bir Fransız yazarın ünlü bir sözü dökülebilir dudaklarınızdan:
- Bir insan kaç hayatla yaşamışsa, o kadar ölümle de ölür.
*
Gençken pek değerlendiremediğim bir sözdü bu...
Her genç gibi ben de tek hayatla yaşandığını sanırdım.
Meğer pek öyle değilmiş.
*
Sen istesen de istemesen de farkına varmadan bitiveren ve farkına varmadan başlayıveren değişik sinemalardan geçiyorsun...
*
Vaktiyle babanın elinden tutarak dolaştığın Tunca ile Meriç kıyıları yerlerinde dursa da elinden tuttuğun o genç adam, Merdivenköyü mezarlığında gitgide eskiyen bir taş şimdi...
Kerimecik de öyle...
*
Uzun yıllardır ilgilenmediğin bir dolabı açıverdiğinde...
Vaktiyle yaşamış olduğun bir eve giriverdiğinde...
Kırk yıl önce yazmış olduğun bir yazıyı okuyuverdiğinde...
Can dostu çocuklarının küçüklük resimlerine bakıverdiğinde...
İçindeki anı ormanlarının sararmış yapraklarından üşümüş mutlulukların ürpertici rüzgârları geçiyor.
*
Ressamlar, heykelciler, müzikçiler, yazarlar, tiyatro ve sinema sanatçıları, sürdürmek için bazen aralarında şah yapıtların çıktığı oyuncaklar yapıp dururlar kendilerine...
Onun için büyümeden yaşlanmanın “sadece kendilerine malum” hiç bitmeyen bir lunaparkında dolaşırlar.
*
Ve görürler ki her salıncak, her inişli çıkışlı kızak, her dönme dolap, birbirine eklenen birer ayrı dönemmiş.
Çocukluklarını yitirmeseler de yaşadıkları değişik hayatların bitimiyle öle öle bir gün yitirirler ömürlerini...