Haftanın en çarpıcı haberi Başkent’te çarşamba günü TBMM’de toplantı salonuydu.
Meclisteki “koruma görevlileri”ne bir suikaste karşı korumanın nasıl yapılacağı öğretiliyordu.
***
Meclisin ilk sıralarını iç korumalar kapatmıştı. Lokantanın özel seçilmiş garsonları da beyaz ceketlerini çıkartmışlar, anlatılanları dinliyorlardı. 8 aşçıbaşıyla çırakları da vardı galiba.
***
Başkanlık kürsüsünün önüne büyük mü büyük bir masa, üstüne de çeşit çeşit suikast silahı konmuştu.
Uzman görevli, önce bu silahları tanıtıyordu. Tabancalar nasıl sökülüyor ve içinden ikinci bir toplu tabanca nasıl çıkıyordu. Meclis’e giren suikastçının tabancasından “üst baş kontrolü” sırasında kurşunlu şarjörü alınsa bile, içinde bir toplu tabanca daha vardı.
***
Uzman bir de, bir “sustalı çakı”yı kullanarak gösterdi.
Yaylı bir benzin çakmağını alevlendirir gibi, üstündeki yay sustasına basınca alev yerine bıçak çıkıyor ve sustasına basmadıkça, bir daha kapanmıyordu.
***
Suikastlara göre koruma, silahına göre değişikti.
Uzman iri yarı bir iç görevliyi kaldırıp onun gövdesinde gösteriyordu korumanın nasıl yapılacağını. Adamı yere çökertiyor, bazen başının üstünde kaldırıyordu.
Ama asıl koruma suikastçıyı teslim almakla oluyordu.
***
En belalısı, milletvekillerinden birinin suikastçı çıkmasıydı.
Muhalefetten sevimli bir Diyarbakır Milletvekili:
- Ben koruma moruma dinlemem, vuracaksam vururum, diye bağırıyordu.
***
Herhalde yeryüzünün hiçbir parlamen-tosunda böyle özel bir ders verilmemiş, verilme-yecekti.
İNSAN ünlü atasözünü hatırlıyordu:
- Biz, bize benzeriz.
***
Mavnanın birinde bir mavnacı, Boğaz’da Kandilli burnunu bir türlü aşamıyordu.
***
Kandilli burnunun bir takım özellikleri vardı. Orada akıntı Marmara’dan Karadeniz’e doğru değil, Karadeniz’den Marmara’ya doğru çok hızlı akıyordu.
Rüzgârlı bir günde kürekle giden bir mavnanın 7 millik bir akıntıyı geçmesine imkân yoktu.
***
Bir başka özellik de, Ayasofya Kilisesi’nin son kez oradan görünüşüydü. Bir de son kez Heybeliada’nın arka tarafından görünüyordu.
***
Kilise’nin “Miletli” 2 mimarı, İsidoros ile Anthemius doğrusu çok başarılı bir açı vermişlerdi Ayasofya’nın dış görünüşüne ve İstanbul’un simgesi haline getirmişlerdi.
***
Bizim Kandilli burnunu bir türlü geçemeyen mavnacı, iki karış ötesindeki ahşap bir yalının 2’nci kat balkonundan kendisine gülerek balan bir ihtiyarı gördü ve kendisine bağırdı:
- Ulan ne gülüyorsun, alt tarafı ben de öleceğim, sen de...
İhtiyardan cevap geldi:
- Evet ama ben böyle yaşayarak öleceğim, sen de böyle yaşayarak öleceksin.
***
Arz küresinden, yani bizim küremizden kopan Ay’ın da ağırlığında 4 milyon ton bir hata yapıldığı henüz anlaşılmış ve düzeltilmiş.
***
Bu yüzyıl çok değişik bir yüzyıl. Uzay kapısının açıldığı bir yüzyıl.
NASA’nın 1958’de Uzay’a gönderdiği astronot Armstrong, AY’da yürüyen ilk insan oldu ve bize eliyle de tarifini yaparak:
- Dünya’mız, dedi; buradan mavi bir portakala benziyor.
Hafta çeşit çeşit konularla doluydu. Pakistan’da da 7,8 şiddetinde bir deprem olmuştu. Kaç kişinin yok olduğu henüz saptanamamıştı.
***
Bizim durumumuz daha iyi, şükürler olsun...