Türkiye-İspanya maçının sonucu, bugünkü gazetelerin sürmanşetlerinde sıkılmış bir limonun liflerine takılmış küçük bir çekirdek gibi mi çıkacak; yoksa manavların karpuz yığınları üstüne mostralık olarak koyduğu, kesilmiş koskocaman bir karpuzun çift kanatlı kıpkırmızı içi gibi mi?
Bakalım göreceğiz.
* * *
Yemyeşil çimlerin ortasında yayılıp giden bembeyaz papatya tarlaları...
20-22 yaşlarında genç bir kız, başında beyaz papatyalardan yapılmış bir taçla, sessiz sakin tek başına yürüyor.
* * *
Sanırım, ne Türkiye’de kaç siyasal parti ile liderlerinin kimler olduğu umurunda, ne pazar günü Ankara’ya gelecek olan ABD Başkanı Barack Obama...
* * *
Başında bembeyaz papatyalardan bir taçla, bir masal sultanı gibi tek başına yürüyüp giden genç bir kız...
Herhalde yerel seçimleri kazanan adaylar kadar muradına ermiş değil henüz.
Ama üstüne minder, yahut yatak konmuş tahta bir sedire, yani “kerevet”ine de çıkmış değil.
* * *
Tarihte “belediye” örgütlenmelerinin nasıl filizlendiği ve hangi evrimlerden geçtiği üstüne de herhalde doktora tezleri yapılmıştır; Osmanlı Devleti’nde bir tür “belediye başkanı” sayılan “kadı ve ihtisap ağaları” üstüne de...
* * *
Gerek İngiltere’de, gerek ABD’de, gerek Fransa’da, gerek İsveç’te, gerek Japonya’da “belediyeler”in; hukuk ve ekonomi açısından nasıl bir özerklik topografyası geliştirdiğini incelemek, çok ayrı bir konu...
* * *
Bendenizin bu alanda, küçük parmağımla şöyle bir dokunduğum nokta, Osmanlı Devleti’ndeki “ihtisap ağaları”nın, terazide hile yapan esnafı “falaka”ya yatırması...
* * *
Sağmacılar Cezaevi’nde, başgardiyan Hamido’nun yardımcısı bir Kemikkıran Arif vardı...
Koğuşlarda azgınlık edip bela çıkaran mahkûmlar, önce koğuşlardan “dipkapalı” denilen ve “zindan” katında bulunan tek kişilik “hücre”lere alınır ve bir türlü uslanmayanlar, Kemikkıran Arif tarafından falakaya yatırılırdı.
* * *
Küçük çocukların mahalle mekteplerine “eti senin, kemiği benim” diye verilmesi; Ömer Seyfeddin’in “Falaka” hikâyesi; “Bostancıbaşı” diye adlandırılmış saray cellâtlarının, şehzadeleri, sadrazamları, hatta bazen padişahları urganla boğarak öldürmesi; hâlâ övünülen “Osmanlı tokadı”, binlerce insanın öldürüldüğü “yerinde infazlar”...
* * *
Yemyeşil çimenlerin arasında uzayıp giden bembeyaz papatya tarlaları...
Orta yaşın biraz üzerinde, hafif şişmanca bir anneanne, kucağında 2 aylık bir kız torunu Doğa ile geldi yanımıza...
* * *
Anneannesinin kucağında 2 aylık bir kız bebek...
Laciverde çalan mavimsi renkteki gözlerini yusyuvarlak açmış, hiç kırpmadan öyle bakıyor.
* * *
Derken azıcık yüzü buruştu, karnı acıkmıştı ve anneannesinin kucağında meme emmeye gitti.
* * *
Aynı anda Hollanda’da doğanlar, Pakistan’da doğanlar, Çin’de doğanlar...
Neden bebeklerin doğdukları yerlere göre, alın yazıları da değişik oluyor ki?
* * *
Kürselleşme süreci; Iğdır’ın bir köyünde doğanla, Oslo’da doğanın alın yazılarını, aynı cümlenin içine alma rotasında...
* * *
Yeryüzündeki koşullanmışların korosu:
- Yok canım, imkânı mı var, diye bir kreşendo çeksin isterse...
* * *
Iğdır’ın köyünde de cep telefonu var, Oslo’da da; o nasıl oldu peki?
* * *
Bebeklerin doğdukları ülkelere göre alın yazılarının değişik olması, kimlerin işine yarıyor ki acaba?
* * *
Ne seçim kampanyasındaki nutukçular; ne seçimlerden sonra, deli dervişlerin zikrini andıran yorumlarıyla yorumcular, böyle bir sorunun yanıtına doğru uzandı.
* * *
Tevfik Fikret’in ve şiirlerinin, bir el tersiyle kamu bilincinin dışına itilmesinin de, “karı kime, zararı kime” idi?
* * *
Bakalım Fikret neler yazmış “Tarih-i Kadim, Başı bilinmeyen eski Tarih”te...
Kahramanlık... Esası kan, vahşet;
Kes, kopar, kır, sürekli ez, yak, yık;
Ne “aman” bil, ne “ah” işit, ne “yazık”...
Geçtiğin yer ölüm, elem dolsun;
Ne ekinden eser, ne ot, ne yosun.
Sönsün evler, sürünsün aileler;
Kalmasın hırpalanmadık bir yer.
Her ocak benzesin mezar taşına,
Damlar insin yetimlerin başına.
Bu ne vicdangüdaz şenia(vicdan eriten kötülük) ne ar...
Yere geç satvetinle(gücün kudretinle) ey serdar...
* * *
Böyle bir şiiri, yönetilen yığınların bilinci dışında tutmaya kalkan kadroların; neden Hazine’den geçinmeli “mevki sahipleri” olduklarını da, büyüteç altına almak gerekmez mi?
* * *
19’u yerel seçimlere katılmış 59 siyasal partiden, acaba hangisinin çapı yeterli böyle bir konuyu parti programının içine oturtmaya?
* * *
Avrupa Birliği “vicdani ret” sorununu boşuna ısıtıp ısıtıp koymuyor Ankara’nın önüne...
* * *
Yönetilen yığınların, kendi “yöneticileri” tarafından bir “insan deposu” olarak kullanılması ve bundan sağlanan avantaların “milli çıkarlar” olarak değerlendirilmesi; İNSAN’ı, kendisini ezen “resmi mekanizmalar”a karşı korumayı hedeflemiş AB kriterleriyle uyuşmuyor.
* * *
Ankara, ne kadar AB üyeliğinden yana, ne kadar değil?
Ve bendenizin safça bir dileği:
- Bu soruyu her gün her belediye başkanı sormalı, dört dörtlük bir belediye başkanı olmak istiyorsa...
* * *
20-22 yaşlarındaki genç kız, başındaki papatyalardan yapılmış tacıyla çoktan kaybolup gitmişti; annesinin gizlice emzirip susturduğu 2 aylık Doğa da, anası babası ve anneannesiyle...