Şu ölümlü dünyada “Yok armudun sapıydı” “Yok üzümün çöpüydü” diye, boş yere kendini tüketmeden, en sorumsuz, en rahat, en kral yaşamın nasıl sağlanabileceğini, ancak yine kendimiz, kendi çevremizden esinlenerek bulabiliriz.
***
Bir kez ona buna randevu verir, ona buna vaatte bulunur, onu bunu yemeğe davet ederken asla zaman ve mekân kavramlarını kullanmamakta yarar vardır.
***
Örneğin randevu verirken şöyle demek gerekir:
- Ben iki gün sonra öğleye doğru Kadıköy’e geçeceğim. Bir engel çıkmazsa seni mutlaka beklerim...
***
Karşıdaki:
- Nerede, diye soracaktır.
- Nereye istersen gel. İster Kadıköy İskelesi’ne, ister Moda’ya, ister Kalamış Koyu’na...
- Nereden bileceğim senin nerede olacağını?
- En iyisi sen Altıyol ağzında bekle, nasıl olsa oradan bir ara geçeceğim...
- Kaçta bekleyeyim...
-Öyleye doğru dedik ya canım...
***
Randevunun böylesi, insanı ne geç kalma korkusuna uğratır, ne de aynı gün başka işler çıkarsa onlardan alıkoyar...
Zaman daima “Öğleye doğru”, “Akşama doğru”, “İkindiüstü” gibi asla dakik olmayan anlatımlarla, mekân da “Otobüs durağının oralarda”, “Çiçek Pazarı’nın yakınında”, “Mahmutpaşa’nın çıkışında” gibi alabildiğine esnek yuvarlamalarla saptanmalıdır.
***
Vaatlere gelince... Kural olarak herkese her şeyi vaat etmek kişiye sayısız dost kazandırır. Yerli yersiz, gerekli gereksiz, kime rastlar da bir sorunu olduğunu anlarsan:
- Hiç merak etme, sen o işi bana bırak, diyeceksin...
***
Adamın gözlerinde bir sevinç ışığı yanacak, içinde bir umut uyanacak:
- Sahi mi, diyecek...
- Gayet kolay o iş, diyeceksin. Bizim Salih Ağabey orada genel müdür yardımcısı... Bir telefon ettik mi, her şey yoluna girer...
***
Adam başlayacak dua etmeye:
- Tanrı senden razı olsun. Tanrı tuttuğunu altın etsin...
***
Sen:
- Boş ver canım, kolay şey bunlar, artık o işi düşünme, keyfine bak, diyeceksin...
Adam da inanacak...
Biraz sonra bir başkasına rastlayacaksın, ona da aynı şeyle7ri söyleyeceksin...
***
Bir başkasına daha rastlayacaksın, ona da aynı şeyleri söyleyeceksin... Hepsi akşama güle oynaya gidecekler evlerine... Sen de söylediklerinin hepsini unutacaksın...
***
Bir süre sonra telefon etmeye başlayacaklar sana:
- Şey, hani bizim bir iş vardı, ne oldu acaba?
***
Biraz soğukça bir sesle:
- Henüz Salih Ağabeyi aramaya vaktim olmadı, ama ilk fırsatta arayacağım, diyeceksin...
***
Bazılarına da:
- Birader, diyeceksin, bizim orada Kocakafa Arif vardı, iki gün önce başka yere tayin etmişler.. Sen yine de üzülme, senin iş aklımda... Elbet bir çaresine bakarız.
***
“Yaparım”, eskilerin “muzari” dediği “geniş zamanı” kapsayan bir anlatımdır. Tarihi, saati, zamanı ve mekânı belli olmayan bir geniş anlatımdır bu. Kırsal üretim biçimindeki zaman dışı plansızlığından yansımıştır dile... Ekimi üç gün önce de yapsan olur, üç gün sonra daÖ Ekini üç gün önce de kaldırsan olur, üç gün sonra da... Endüstri üretiminde olduğu gibi saniyenin, dakikanın, saatin, günün, hatta haftanın bile önemi yoktur kırsal üretim biçiminde...
***
Onun için “yaparım” der geçersin... Geniş zaman, zamanı kesin olarak vurgulamadığından seni de sıkıştırmaz.. “Giderim”, “uğrarım”, “söylerim” vs. hep geniş zamanlı angajmanlardır. Biri çıkar da daha belirgin, daha somut bir ölçü kullanmaya kalkarak:
- Peki ne zaman, diye sorarsa...
***
Kılını kıpırdatmadan:
- En kısa zamanda, dersin...
***
Aslında hiçbir şey demek değildir bu.. O da zaten kendisini başkası sıkıştırdığında aynı yanıtı vermektedir. Bir başkası da kendisini bir başkası sıkıştırdığında, aynı yanıtı... Toplum bireylerinin rahat yaşamak için benimsediği ortak formüllerdir bunlar...
***
Davetler için de:
- Bir gün mutlaka gel bana, bekliyorum, dersin. Zaman ve mekânı yine hasıraltında tutarsın...
***
Arkası çıkmayan sözler, kimsenin hiçbir kuyuya inmeye cesaret edemediği ibrişim kalınlığındaki iplerle, estek köstek, aldana, oyalana, kandıra kandırıla, yaşar gideriz kendi toplumsal serüvenlerimizi...
***
Sonuçta ortaya trafiği, telefonu, hastanesi ve gecekondusuyla geometri dışı bir görünüm çıkar... Arada bir:
- Kuzum biz niye böyleyiz, diye sormaya kalksak da, bir omuz silkmesiyle:
- Elbet bir gün düzelir, der ve zamanla mekândan yoksun bir boyutta, bildiğimizi okuyarak, yaşamımızı sürdürür gideriz.