Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

Evvela, başımız sağ olsun. 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet yakınlarına baş sağlığı ve sabır diliyorum. Yaralılara da Allah’tan şifa dileklerimi iletiyorum. İnşallah başta depremzede vatandaşlarımız olmak üzere tüm ülkemizin hem bedeninde hem de ruhunda açılan büyük yaralar tez zamanda sarılır.

Bu gerçekten büyük bir felaket, büyük bir acı. Ölenler on binlerle, yaralananlar yüz binlerle, evini barkını kaybedenlerinse milyonlarla ifade edildiği bir felaket.

Haberin Devamı

Sonra, geçmiş olsun hepimize. Ama gerçekten geçmiş olacak, olabilecek mi? Çünkü bundan sonra hayatımız artık aynı olamaz, olmamalı. 1999’da ülkemizi sarsan Gölcük ve sonrasında Düzce depremlerinin ardından da sanırım benzer cümleler kurmuştu birileri. Büyük bir hareketlenme olmuştu toplumda bu depremlerin ardından; tatbikatlar, her yere yerleştirilen deprem konteynerleri, deprem çantaları… Ama hepsinden önemlisi, yapı standartları ve denetimi girmişti hayatımıza. Sonra araya gündelik telaşlar girdi ve bu konu yavaş yavaş acil gündem maddesi olmaktan çıktı. Oysa aradan geçen onca zamana rağmen bu büyük felaketten neredeyse hiç ders çıkarmadığımızı çok acı bir şekilde öğrendik. Daha büyük bir felaket bize eksiklerimizi hatalarımızı bir kere daha gösterdi.

Bu yaşanan felaket elbette benzeri görülmemiş bir felaket. Bunun etkisinin de büyük olacağı muhakkak. Ama mesela dört yanı yıkıntılarla çevrili olmasına rağmen bırakın yıkılmayı, sıvası dahi çatlamamış, camı dahi kırılmamış bir İnşaat Mühendisleri Odası binası ya da yine dört yanındaki binalar yıkılmışken içinde tek bir tabak dahi kırılmayan bir zücaciyeci dükkânı görebiliyorsak anlıyoruz ki bizi öldüren şey felaketin büyüklüğü değil, bir ihmaller zinciriymiş. “Kimler var peki o zincirin halkalarında?” diye sormaya bile gerek yok. 99 depreminde kim vardıysa yine onlar var:

Mimar ya da mühendisin elinin bile değmediği projeler, malzemeden çalan müteahhitler, kolon kesen mağaza sahipleri, bu yapıları denetlemesi gereken yapı denetim şirketleri, bunlara ruhsat veren imar müdürlükleri, belediye başkanları, imar affı isteyen iktidarlar ve buna destek veren muhalefet ve listenin en sonunda yer alıyor olsa bile “Metrekarem küçülecek” ve benzeri bir sürü bahaneyle dönüşüme yanaşmayan mülk sahibi.

Haberin Devamı

Burada öncelikle bu ülkenin bel kemiğini oluşturan dar gelirli vatandaşımızın -yani nüfusumuzun neredeyse yüzde atmışının- neredeyse hiçbir sorumluluğu olmadığını söylemek gerek. Dahası, bu vatandaşlarımızın aynı zamanda bu tür felaketlerin asıl kurbanları olduğu da aşikâr. Ve bu sorunu çözmeye güçlerinin yetmediği yetmeyeceği de ortada. Kiradaki vatandaş bugün ev değiştirmeye kalksa nelerle karşılaşacağı hepimizin malumu. Mevcut gelir seviyesiyle vatandaşın daha sağlam bir evde oturma şansı yok. Birçok ev sahibi için de eğer çok varsıl değilse aynı durum geçerli.

Üstelik elimizdeki bina stoku da gerçekten sorunlu. Kentsel dönüşümün dar gelirli vatandaşın yaşadığı bölgelerdeki sakat binaların yıkılıp yerlerine sosyal konutların yapıldığı bir dönüşüm süreci olması gerekirken emlak rantının yüksek olduğu bölgelerde yoğunlaşması sonucu istenen dönüşüm sağlanamadı. Yani Türkiye’de nüfusun büyük bir bölümü hâlâ riskli binalarda yaşıyor.

Haberin Devamı

Çok üzülerek görüyorum ki yapmamız gerekenler değişmemiş. Hayat, doğa ya da Yaratıcı bize bir kere daha şu ana kadar yaptıklarımızı yapmaya devam edersek gelecekte de benzer felaketleri yaşayacağımız konusundan çok sert, çok acı ama bir o kadar da açık bir mesaj gönderdi.

Yani bundan sonra hayatımız aynı olmamalı. Çünkü olamaz.

Bu sorun devletin sosyal bir devlet olarak acilen, ranttan arındırılmış, insan onuruna uygun bir konut seferberliğine girişmesiyle çözülebilir ancak. Bunun bir örneği olarak TOKİ’nin yaptığı binalar düşünülebilir. Çünkü TOKİ binaları yapı sağlamlığı açısından deprem sınavını geçmiştir. Dahası, uygulanan finansman modeli -tam manasıyla olmasa da- vatandaş açısından nispeten kabul edilebilir, karşılanabilir bir maliyet ortaya koymuştur. Fakat yapılan binaların, aynı zamanda sosyal bir varlık olan insanın bu ihtiyacına uygun bir mimari tarza sahip olmadığı birçok örnek üzerinden açıkça görülebilir. Dahası, bu binalar sık sık çok eleştirilen yer seçimleri nedeniyle de halen tartışma konusudur. Dolayısıyla, TOKİ iyi işler başarmış ama yetersiz bir başlangıç adımıdır. Bu adım hızla iyileştirilerek bir seferberliğe dönüşmek zorundadır.