Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

Seçimle ilgili yazılara son vermek istiyorum ama bunu bir türlü başaramıyorum. Olabildiğince seçim dışında kalan alanlara dikkatimi yöneltmeye çalışıyorum ama bir bakıyorum ki o alanlarda da seçim sonuçlarına bağlı olarak depremler yaşanıyor.

Mesela Abdüllatif Şener’in açıklamaları.

Bu açıklamalara geçmeden önce siyasetin birçok farklı özelliğinin yanı sıra bir uzlaşma, bir orta yol bulma, bir taviz verme işi olduğuna inandığımı söylemem gerek. Bunun kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Aksine, müzakerenin, taviz verebilmenin bir toplumun sağlıklı işleyişi için şart olduğunu düşünüyorum. Siyasetin bu anlamda bir uzlaşma ve rıza üretme aygıtı olarak toplumsal kesimler ve sınıflar arasında, sağlıklı ve sürdürülebilir bir ilişkinin tesisini sağlayabileceğine inanıyorum. Siyasetçinin elbette kaskatı durması, tek bir geri adım atmaması gereken zamanlar vardır ama bunlar nadirattandır. Siyasetçinin en sık sergilemesi gereken özelliği ise esnekliğidir. Ve esneklik, asla ilkesizlik demek değildir.

Haberin Devamı

Ülkemizde bir siyaset esnafının varlığı kimse açısından sır değil. Siyaset birçok insan için babadan oğula geçen bir meslek. Birçok siyasetçi mesleğini -her profesyonelin yaptığı gibi- kendisine en iyi imkânlar sunan partide sürdürmeye çalışıyor. Bu da bir yere kadar anlaşılabilir bir durum ama sadece siyaset mesleğini sürdürebilmek için o partiden bu partiye sıçramak, dün ak dediğine bugün kara demek ise ahlaken kabul edilebilir bir durum değil benim açımdan.

Abdüllatif Şener geride bıraktığımız hafta bir canlı yayında 14 Mayıs seçiminin ardından CHP’den istifa ettiğini açıkladı. Şener’in istifa ettiğinden bu yayın öncesi kimsenin haberi yoktu. Yetmedi, bir de seçimin birinci turunda yani henüz CHP üyesi iken Sinan Oğan’a oy verdiğini, ikinci turda ise geçersiz oy attığını açıkladı. Bu ayrıntılar önemli çünkü Şener Millet İttifakı’nın adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun adının açıklandığı gün “coşa coşa” bu adaylığın ne kadar isabetli olduğunu anlatmıştı. Ama görünen o ki Şener, adını CHP’nin milletvekili listesinde göremediği an bu fikrini değiştirmiş. Bu da yetmemiş gibi, CHP üyesi iken 14 Mayıs’ta Oğan’a oy vermiş ve 23 Mayıs’ta partiden istifa etmiş. Ama istifa ettiği gün bunu kamuoyuna duyurmadan yani herkes onu hâlâ CHP üyesi zannederken Kılıçdaroğlu’nun adaylığını eleştirmiş. Bitti mi sandınız? Hayır, bitmedi. İkinci turda geçersiz oy attığını iddia eden Şener’in oy kullandığı sandıktan çıkan geçersiz oy yok. Geçersiz oy da yoksa o sandıkta, demek ki Şener ikinci turda oyunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yana kullanmış. Birinci turda Kılıçdaroğlu’na oy vermeyen Şener’in ikinci turda vereceğini düşünmüyorsunuz sanırım.

Haberin Devamı

Bugün Abdüllatif Şener özelinde gördüğümüz bu durumun istisnai olmadığını, üstelik çok yakın bir zamanda gördük. Seçim öncesi ittifak dışı partilerin tutumları, cumhurbaşkanı adaylarının pazarlıkları, vs. bu durumun örneği olarak kayıtlara geçti. Burada sadece bu saydıklarımın sorumlu olduğunu da düşünmüyorum elbette, çünkü pazarlığı tek başınıza yapmazsınız. Her pazarlığın iki tarafı vardır. Bu yaşananların çok önemli ve çok tehlikeli bir sonucu var: Siyaset kurumunun bir çözüm adresi olarak toplum nezdinde itibarını yitirmesi. Umarım bu noktaya gelmeden önce siyaset kurumu kendine çekidüzen verir.

Haberin Devamı

Seçimlerin beklenen sonuçlarından birini de medyada izliyoruz. Başta sosyal ağlar olmak üzere çeşitli mecralarda çeşitli kişiler ve kurumlar arasında hakarete ve aşağılamaya varan suçlamalar görüyoruz. Bu tartışmaların ayrıntısı beni ilgilendirmiyor açıkçası. Ama gözlemlediğim bir husus var ki altını çizmeden geçemeyeceğim. Hani “sağ” siyasi görüşten olanların kusurlarını veya cürümlerini örtmek için “bayrak, vatan, din” şemsiyesinin altına sığındığını sıkça dile getiririz ya, hani Oscar Wilde’a atfedilen “Alçakların son sığınağı vatanseverliktir” sözünü sıkça hatırlatırız ya, hah işte onun yeni bir versiyonu türedi. Yukarıda bahsettiğimiz tartışmalarda taraflar birbirlerini bir sürü farklı şeyle suçladıktan sonra kendilerini “Atatürk, Kuvayı Milliye ve aydınlık” savunucuları, diğerlerini ise bunların düşmanı ilan ediyor gördüğüm kadarıyla. Gerçi 12 Eylül darbesinin ardından benzer bir araçsallaştırma durumuyla karşılaşmıştık, yabancısı değiliz ama bir gazetenin biri müstafi iki yöneticisi arasındaki meselede de aynı durumu görünce insan şaşırmıyor değil.