Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

İmparatorluklar bir günde yıkılmaz. Hatta bazen yıkılışları yüz yıl sürer; kendileri tarihten silinip gittikten sonraki bir asrı baştan sona etkileyebilir o yıkılış süreci. Bu gayet doğaldır aynı zamanda. İmparatorluk yıkıldığında ortaya bir dizi yeni devlet çıkar. Tüm bu devletler hem geçmişin travmalarını taşır hem de geleceğin umudunu.

Bizim Cumhuriyetimiz de aynı durumdadır. Genç Türkiye Cumhuriyeti köklenip gelişirken Osmanlı da yıkılmaya devam etmektedir bir yandan da geride bıraktığımız yüzyıl boyunca; kimi bir daha asla geri dönmeyecek, kimi hiç değişmeden, kimi ise evrilerek yaşamaya devam eden, kültür, kurum ve gelenekleriyle… Ve Cumhuriyet de bir yandan, bu aynen devam eden ya da evrilerek hayatta kalan kurum, kültür ve geleneklerin taşıyıcısı olurken diğer yandan da kendi kurum, kültür ve geleneklerini üretmektedir geride kalan asır boyunca.

Haberin Devamı

Geçmişten geleceğe aktarılanlar sadece bunlarla sınırlı değildir elbette. Toplumsal travmalar, yaralar ve sorunlar da bu sürecin bir parçasıdır. Onların da aynen aktarılanları olduğu gibi, değişerek aktarılanları ve yeni ortaya çıkanları mevcuttur. Ve bu travmaları atlatmak, bu yaraları iyileştirmek, bu sorunları çözmek çok ama çok zordur. Özellikle de geçmişten devredenlerini.

90’lı ve 2000’li yıllarda Türkiye üzerine yapılan analizlerde Türkiye’nin toplumsal yapısı ile alakalı olarak iki temel “fay hattından” bahsedilirdi: “Etnik fay hattı” ve “inanç fay hattı”. Tahmin edeceğiniz üzere de etnik fay hattı ağırlıklı olarak Kürt meselesini, inanç fay hattı ise daha çok laik-muhafazakâr ayrımını işaret etmek için kullanılırdı. Kimi zaman da Alevi-Sünni ayrımına işaret ederdi.

Bugün geriye dönüp baktığımızda da görüyoruz ki bahsedilen her iki fay hattı da yıkılan bir imparatorluk ve kendisini iyisiyle kötüsüyle o imparatorluğun vârisi sayan devletlerden birinin kuruluşuyla ilgili meseleler aslında. Osmanlı’ya aşırı bağlılık da Osmanlı’yı kökten reddetmek de aynı sürekliliğin bir sonucu. İmparatorluk döneminde “bir şekilde” idare edilen etnik meselenin imparatorluğun son döneminde ve Cumhuriyet sırasında “hiçbir şekilde” idare edilememesi de aynı süreklilikle ilgili, laiklik ya da mezhep tartışmaları da… Neyse.

Haberin Devamı

Bugünün Türkiye’sinde ise bu fay hatları temel olarak ortada olmakla birlikte içeriğinde gözle görülür değişiklikler var. Olumlu manada da değil maalesef, olumsuz manada. Temel ayrımlar zaman zaman keskinleşerek devam ederken onlara yenileri ekleniyor. Etnik fay hattı bağlamında bugün bir “Arap” realitesini de konuşmak zorundayız mesela. Aynı şekilde inanç fay hattı da Alevi-Sünni ya da laik-muhafazakâr ayrımının ötesine geçmiş durumda. Mesela birtakım Sünni kanaat önderleri yine Sünni bir akım olan Selefilik ve Vahabilik ile aralarına net bir çizgi çekiyor. Aleviler ise kendi inançlarını yaşama mücadelesini birtakım radikal -ve çoğu Almanya kökenli- gruplardan ayırmaya çalışıyor. Elbette bu bahsettiğimiz radikal akımlar şimdilik endişe edilecek bir toplumsal tabana sahip değil ama yine de dikkatli olmak gerek çünkü tutunacak bir yer bulabiliyorlar kendilerine. Demek ki bir yerlerdebir şeyler yanlış.

Haberin Devamı

Neyse ki Türkiye adına umutlu olmak için çokça gerekçemiz de var. Ve bu gerekçelerden birini de geçen hafta yaşadık. Ülkenin Alevi inancına sahip sosyal demokrat muhalefet partisinin lideri başörtüsünün kanuni güvence altına alınması için kanun teklifi verdi. Ve yine aynı hafta içinde ülkenin Sünni, muhafazakâr demokrat Cumhurbaşkanı cemevi açılışları yaptı ve cemevlerine devlet desteği verileceğini açıkladı ve Kültür Bakanlığı çatısı altında bir Alevi Dairesi kurulacağını açıkladı.

Bu adımlara yönelik eleştiriler ardı ardına sıralandı elbette: “Oy hesabı yapıyorlar, samimiyetsizler, bugüne kadar neredeydiler, niye öyle değil de böyle, niye orada değil de burada?”

Bu sözleri söyleyenler, atılan adımları eleştirenler eleştirilerinin tamamında haklı da olabilirler, haksız da. Beni en başta ilgilendiren bu adımların değeridir. Çünkü sonuçta eleştirilerin tamamı haklı da olsa bakiye hâlâ artıdadır. Topluluk olmaktan toplum olmaya doğru gidişin bir adımıdır.

Bugün Türkiye’nin neresine giderseniz gidin karşınıza özellikle de, inanç grupları söz konusu olduğunda bazen inanamayacağınız kadar eskilere giden hikâyeler ve travmalarla karşılaşırsınız. Bir Alevi size Kuyucu Murat Paşa’nın zulmünden bahseder mesela. Bir Sünni “Şapka İnkılabı” der ya da… Duyacağınız hikâyelerin doğru olması da gerekmez. Toplumsal hafızada öyle yer etmiştir. Dolayısıyla, o insan için o toplum için “öyledir”.

Bu çerçeveden baktığımızda her alanda “mutedil” olanı ön plana çıkarmamız gereken bir dönemdeyiz. Çünkü hem bireylerin hem de toplumsal grup ve kurumların hızla merkezden uzaklaşıp uçlara meyletmeye başladığı bir dönemdeyiz ve bu dönemde “itidal” en önemli toplumsal sorumluluk olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu yüzden atılan bu iki adım -hem adımları atan liderlerin kimlikleri hem de hedefledikleri toplumsal gruplar açısından- çok önemli ve çok olumlu adımlardır. Toplumsal merkezi güçlendirecek adımlardır. Tarihten bugüne aktarılan travmalar ortadan kaldırılması, tedavi edilmesi en zor travmalardır demiştik ya. İşte bu adımlar o travmaları sağaltacak adımlardandır. Yeterli midir? Değildir. Ama feci şekilde gereklidir.