OTUZ sekiz yıl evvel, Japonya’da bir grup genç insan, yeni bir yaşama biçiminin özlemini çekiyordu. Modern Japon toplumunun gidişatından hayal kırıklığına uğramış olarak ve geleneksel kök ve değerleri yeniden keşfetme hevesi içinde...
Kentli kültürlerini arkada bıraktılar ve kuzeye Japon denizindeki uzak Sado Adası’na gittiler. Sado’dan daha uygun bir seçim olamazdı, zira asırlardır ada kendilerini zamanın yerleşik kültürüyle kavgalı bulan politikacılar, sanatçılar, yazarlar ve diğerleri için bir sürgün adası olmuştu.
Grubun aynı zamanda geleneksel Japon sahne sanatlarının yeni bir nesil tarafından öğrenilebileceği bir okul yaratma vizyonu vardı.
Deniz kenarında terkedilmiş bir okul binasında bir yuva buldular ve dünyanın en eski enstrümanını, davulu (taiko) çalmaya başladılar.
Gece gündüz, umut ve korkularını, neşe ve hayranlıklarını taiko üzerinde ifade ederek, onun seslerini ve kadim bilgeliğini öğrendiler. Dayanıklılık kazanmak için, şafaktan önce uyandılar ve bambu ormanlarında ve pirinç tarlalarında uzun mesafeler koştular.
Sado Adası’nın zengin sahne sanatları geleneğiyle çevrili olarak, diğer enstrümanları da çalışmaya başladılar. Şamisen, koto ve şakuhaçi...
Taiko’nun sınırsız derinliği ve eriminin yanı sıra dans, şarkı ve sahneye koyma sanatını araştırdılar.
Kısa zamanda, ilhamını geleneklerden ve doğal dünyadan alan yeni, yaratıcı bir yaşam tarzının söylentilerinin cazibesiyle, başkaları da onlara katılmaya gelerek, daha fazla fikir ve enerji getirdiler. Grubun sayısı arttı, yıllar geçti, çalıştılar vücutlarını ve ruhlarını eğittiler.
Sado Adası’nın özgün kültürü, dört güçlü mevsimi ve muazzam doğal güzelliği, sanatlarında ifade buldu.
Çalışmalarında sadece ilkel bir şiddet ve kararlılık değil; aynı zamanda oyuncu, çocuksu bir merak, enstrümanın sonsuz potansiyeline temel bir açıklık da vardı.
Bu yüzden kendilerini “kalp atışı” ama bir de “davulun çocukları” anlamına gelen Kodo olarak adlandırdılar.
Aynı zamanda tek, masif bir ağaç gövdesinden oyulmuş büyük davulun (o-daiko) sesini duyan bebeklerin, büyük kalp atışı sesini ninni olarak algılayıp, annelerinin kucağında uyuyakaldıklarını keşfettiler.
Kodo, taikonun sesinin, işitildiği kadar vücutta da hissedildiğini öğrendi.
Kodo dünya sahnesinde 1981’deki Berlin Festivali’yle patladı ve o zamandan beri, savaşla parçalanmış Hırvatistan’dan New York’un Carnegie Hall’una kadar 45’ten fazla ülkede 3 bin 100’ü aşkın performans sergiledi.
Birçok ülkedeki müzisyen, dansçı, şarkıcı ve aktörlerle sürekli işbirliğine gittiler.
* * *
Kodo, yarın İzmir’de...
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde...
Ve ilkleri yapan, her zaman daha iyisini yapan Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın ev sahipliğinde...
11. Uluslararası İzmir Festivali’nde artistik direktör Jun Akimoto AKM’de bir konser vermişti.
Jun Akimoto‘nun İzmirlilere bir mesajı var.
Şöyle diyor.
“Hepimiz çok uzun bir aradan sonra Türkiye’ye yeniden gelmekten çok mutluyuz. Hayranlarımızı kucaklıyoruz. Tabii ki geleneksel Türk müziği ve dans formları bizim büyük ilgimizi çekiyor. Özellikle Anadolu’nun her bölgeye has özel varyasyonları olan müzik ve dans formları. Aynen Japonya’da olduğu gibi. En büyük keyiflerimizden biri İzmir gibi muhteşem bir kente yeniden dönebilmek. Bize çok özel hissettiren kültürel gelenekler ve insanlara kavuşabilmekÖ”
Asırlar öncesinde kırsal Japonya’da, toplulukların sınırlarının, kişinin bir davulun sesini hala duyabildiği mesafeyle tanımlanabileceği söylenirmiş. Yani, eğer davulu hala duyabiliyorsanız, hala o topluluğun sınırları içindesinizdir.
Berlin Sanat Festivali’ndeki unutulmaz ilk çıkışından yaklaşık otuz yıl sonra Kodo bir kez daha 2009’da, bu sefer sınırların ötesinde ve İzmir’de bizlerle buluşuyor.
Başta Filiz Eczacıbaşı Sarper olmak üzere festivale katkı koyan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.