Deniz Sipahi

Deniz Sipahi

dsipahi@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kemal Derviş Türk siyasetinde en fazla tartışılan isimlerden biri oldu.
Derviş ismi bazı çevreleri çok heyecanlandırdı, hatta siyasete uzak bakanlar bile uygun şartlar olması halinde politikaya atılmayı bile düşündü.
Bazı çevreler ise Derviş’e mesafeli davrandı. Onların gözlüğünden bakıldığında bu da anlaşılabilir bir şeydi.
Çünkü Derviş’in Türkiye’de görev yaptığı dönemlerde olağanüstü koşulların olduğu bir süreçti.
Ekonominin tüm aktörleri devre dışı kalmış, Cumhuriyet tarihinin en derin kriziyle karşı karşıya kalınmıştı.
14 Nisan 2001’de “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programı açıklandı.
Derviş’e çok ağır eleştiriler yapıldı.
Program Türkiye’nin normalleşme süreciydi.
Dengeler değişmişti, ülke farklı bir programla yoluna devam edecekti.
Sonrasını biliyorsunuz.
Ekonomide yaşanan konsolidasyon siyasete de sıçradı.
Partiler baraj altında kaldı, siyasi liderler tek tek vitrinden aşağıya indi.
İsmail Cem’in başkanlığında kurulan Yeni Türkiye Partisi başlangıçta müthiş bir fırtına estirdi. Ama Derviş’in tercihini CHP’den yana kullanması ortaya çok farklı bir siyasi tablo çıkardı.
CHP siyasi hayatına devam ederken; YTP yalpaladı, en sonunda da siyaset arenasından çekilmek zorunda kaldı.
İşte o dönemde de Derviş çok konuşuldu.
Ama gerçek olan; sırf Derviş ismi listelerde olduğu için CHP’ye oy atanların sayısı da hiç de az değildi.
Derviş, CHP’de mutlu olamadı. Daha doğrusu siyasetin çarkları, parti içindeki kadro yapısı Derviş’in rahat görev yapmasına engel oldu.
Deniz Baykal da potansiyel genel başkan muamelesi gösterince Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Başkanlığı Derviş için bir kaçış oldu.
***
Ekonomik kriz dünyayı sararken; Türkiye’nin en azından finans ve bankacılık kesiminde çok sıkıntı yaşamayacağı ortaya çıkınca bazı çevrelerin şimdi farklı konuşmaya başladığı görüyor ve duyuyorum.
“Türkiye tarihinde Düyun-u Umumiye ve Marshall Planı’ndan sonra en kapsamlı emperyalist program Derviş eliyle yürürlüğe konuldu” diyenler bile “Meğer Derviş doğrusunu yapmış” demeye başladılar.
Ben ise yazımın başında değindim o çevreyi merak ediyorum.
Siyasete hep mesafeli bakıp da “İşte zamanı...” diye düşünüp, projelerini yarım bırakanları...


Güney Amerika notları
Eşimle birlikte bir arkadaş grubuyla katıldığımız Güney Amerika turunda ilk durak Brezilya’nın Rio De Janerio kenti idi. Alışık olmadığımız kocaman okyanus dalgalarının dövdüğü ünlü “Copacabana” sahiline bakan otelimizin personeli ve şehri gezdiren taksi şoförümüz tüm Brezilyalılar gibi sıcakkanlı ve sevimliydi. En büyük hayal kırıklığı Brezilya denince akla gelen güzel kadınlardı. En çok hoşuma giden yerse panoramik manzaranın yanı sıra maymun, rakun ve akbabaları fotoğraflama olanağı bulduğum ünlü İsa heykelinin bulunduğu tepe oldu. Petrol bağımlılığından kurtulmak için tüm otomobillerin şeker kamışından üretilen etanolle çalışır hale getirilmesi ve “favela” dedikleri gecekondu bölgesine yaptığımız turistik tur düşündürücüydü.
* * *
Rehberimizin Brezilya’da da aynı anlama gelen “çay” sözcüğünün kökeni ne olabilir sorusu karşısında bir hipotez geliştirdim. Güneş Dil Teorisine göre AĞMUR’un “akan su” anlamına geldiğini, bu sözcükten aÇ (toprak) AğMUR (akan su toprak karışımı, çamur), aY (yüksek) AĞMUR (yüksekten akan su, yağmur) ve aH (un, yiyecek) AğMUR (akan su un karışımı, hamur) sözcüklerinin türediğini okumuştum. Buna göre aÇ - AY birleşmesi sonucu oluşan “çay” ın anlamı “yüksek toprak (bitkisi)” olabilirdi.
* * *
İkinci durağımız “İguasu” nun anlamı da nedense “Büyük Su” idi. Dünyanın genişlikte birinci, yükseklikte ikinci doğal şelalelerini barındıran “İguasu Nehri” Arjantin ile Brezilya arasında doğal sınır oluşturuyor. Şelalelerin çoğu Arjantin’de yer almasına karşın, Brezilya’dan daha iyi gözleniyor. Güney yarımkürede ilkbahar yaşandığından çok farklı kuş türlerinin yanında rengarenk kelebek türlerini de izleyebildik. Kelebekler, hava sıcaklığı, rutubet ve suyun debisi göz önüne alındığında bölgeyi ziyaret için en uygun zamanmış.
* * *
Son durak olan Arjantin’in “güzel havalar” anlamına gelen “Buenos Aires” kenti ise mimari yapıları, sanata ve bilime verdiği değerle iz bıraktı. Her köşe başında, birçoğu üst düzeyde ressam, gitarist, tangocu, pantomimci, komedyen veya tenorla karşılaşmak olasıydı. Sanatın içine tükürülmüyor, aksine baş tacı ediliyor; üniversiteler şehrin en görkemli binaları arasında yer alıyordu.
Üç yörede de görülecek yerlerin kısıtlılığı, ülkemizde özellikle tarihi turizm potansiyelinden yeterince yararlanamadığımızı düşündürdü bana. Toplumun kozmopolit yapısı ve gelir dağılımındaki uçurum yönleriyle Brezilya’ya daha çok benziyorsak da, birçok yönden Arjantin’e imrendiğimi belirtmek isterim.
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)