AKLIM hala Hasankeyf’teki minik Hasan’da...
365 gün yaşadıkları köylerinin tarihini anlatmaya hevesli bal gözlü Hasankeyf çocuklarından sadece biriydi Hasan...
Dünyanın başka bir yerinde böyle bir şey var mıdır?
Bir şehir düşünün ki; ev sahipliğini çocuklar yapıyor.
Yolun iki yakasına dizilmiş, avuçlarında sımsıkı tuttukları taşlarla bizleri bekleyen çocuklar...
İçlerinden Hasan’ı seçtim.
Minik Hasan, o kalabalığın içinden ilk fark ettiğim oydu.
İri yeşil gözleri, boynuna astığı fotoğraflı kimlikle bana gülümsüyordu.
Çağırdım, tanıştım; oturup konuştum.
Diğer gazeteci arkadaşlar da başka Hasankeyf çocuklarıyla yürümeye başladılar.
Berfin’i, Muzaffer’i, Sıtkı’yı ve diğerlerini...
Hasan 10 bin yıllık, dünyada eşi ve benzeri olmayan antik kenti sular seller gibi anlattı.
Nefes almadan, bir çırpıda...
Kıpkırmızı bir surat, dağınık saçlarıyla bugün gibi aklımda...
Zorla ısmarladığımız ayranı kana kana içerkenki hali, dudaklarının etrafında bıyık gibi duran ayranı...
“İzmir’den bir şey ister misin?” diye sorduğumuzda, “Arada bir bana mesaj atar mısınız?” demesini... Minik Hasan’ın ve diğer Hasankeyf çocuklarının hayallerini...
“Yazın abi, Hasankeyfimizi bizlerden almasınlar...” diye el sallayarak bizi uğurlamalarını...
Unutmak mümkün mü?
Ya Batman’da bir kahvede tanıştığım Bayram...
Yirmi beş yaşında, iki çocuk sahibi...
Efendi, konuşurken yüzümüze bakamayacak kadar utangaç o genç adam...
Belli ki üstündeki kıyafet bir başkasına aitti; ceket kendisine göre büyük, gömlek yakaları yıpranmış.
Düşünceli, belli ki kederliydi. Sıkıntılı bir ruh halindeydi.
Aylardır iş bulamamıştı.
Biraz sohbet ettikten sonra “Abi hesap ettim; 250 TL geçinmem için yeterlidir” deyişini...
Acaba iş bulabildi mi, evine tarhana alabilecek parayı kazanabiliyor mu?
Unutmak mümkün mü?
* * *
Aydın’da, Söke’de kalabalığı yarıp yanımıza kadar gelen Mutlu...
İsminin aksine mutsuzdu.
Büyük sorunlarla uğraşan binlerce çiftçimizden sadece biriydi.
Tarlasını ekebilmek, ilaç ve gübre alabilmek için kredi almıştı.
Gazetelerde okuduğu, televizyonlarda dinlediği küresel ısınmanın kendisini vuracağını bilemiyordu.
Hükümetlerin; çiftçiyi, köylüyü bu kadar ihmal edeceğini düşünmüyordu.
Bizlerle konuşurken, gözyaşlarına engel olamadı.
Babadan kalma tarlası elinden gitmek üzereydi. Mutlu’yu, Mutlu gibileri unutmak mümkün mü?
* * *
Ya gazeteye kadar gelen Rabia’yı...
Zorla evlendirilmiş; şiddetle karşılaşmış binlerce genç kızımızdan biri...
Koca kaçmış, elinde küçük bir bebek...
Aile sahip çıkmamış, hayatta tek başına mücadele etmek zorunda kalan Rabia...
20’li yaşlarda hayatın gerçekleriyle karşı karşıya kalmış genç bin kadın...
Rabia ne yapacak, minik bebeğine nasıl bakacak?
Bunları unutmak, bu insanları düşünmemek mümkün mü?
* * *
Siyasetle gazetecilik aslında çoğu zaman iç içedir.
Gazeteler, hayatın aynası gibidir; gerçekleri yansıtır. Gezip gördüğümüz, tanıklık ettiğimiz, şahitlik ettiğimiz olayları aktarır, insanları anlatırız.
Ama siyasetin, olayların akışını, insanların kaderini değiştirmek gibi bir misyonu vardır.
Siyasetçiler bugün yaptığı gibi kendilerini değil; insanımızı düşünmelidir.
Hasankeyfin çocuklarını, Batman’daki işsiz Bayram’ı, Söke’deki tarlasını bankaya kaptırmak üzere olan Mutlu’yu, hayatta minik bebeğiyle tek başına kalan Rabia’yı...
Ve sıkıntı içinde olan milyonları...
Haber için gittiğim Türkiye’nin her yerinde binlerce anıyla dönüyorum.
Ve günlerce, aylarca bu olayların, insanların etkisinden kurtulamıyorum.
Ya siyasetçiler...
Seçim kampanyası için gittikleri yerleri bir daha düşünüyorlar mı, konuştuğu insanları hatırlıyorlar mı?
Merak ediyorum...