YAKIN dostlarım diyorlar ki... “Son dönemde çok sık spor yazısı yazıyorsun...”
Hayır...
Ben spor ekonomisini, sporun kentlerin ve ülkelerin gelişmesindeki itici gücünü yazıyorum.
Marka kent olarak bildiğimiz bazı şehirlerden örnekler veriyorum.
İzmir’in olmazsa olmazlarını, bu kentin bir büyük eksikliğini büyük harflerle dile getiriyorum.
Sporda başarısı ve iddiası olmayan bir İzmir’in, ne yaparsa yapsın bir yanının eksik kalacağını ifade ediyorum.
İzmir’in o büyük coşkuyu çok özlediğini vurguluyorum.
Bilimde, sanatta, kültürde, sanayide ilklere imza atan İzmir’in spor geçmişinin de başarılarla dolu olduğunu hatırlatıyorum.
Bu şehrin pırıl pırıl, görkemli, ihtişamlı, modern, yeni bir stada ihtiyacı olduğunu söylüyorum.
Spor ekonomisi sayesinde otellerinin, restoranlarının dolup taşabileceğini belirtiyorum.
Bu sayede esnafının yüzünün gülebileceğini, peş peşe yeni yatırımların yapılabileceğini kaydediyorum.
Barselona, Real Madrid, Sevilla, İnter Milan, Milan, Liverpool, Bayern Münih gibi takımların futbolu ve diğer spor dallarıyla kentlerine ne büyük değerler kattığını vurguluyorum.
* * *
Yazdıklarım tek başına spor değil.
Ne Karşıyaka Teknik Direktörü Reha Kapsal‘ın antrenman programını eleştiriyorum, ne kadro seçimini, ne de oyun taktiğini...
Ne Altay Kulübü Başkanı Melih Tandoğan‘ın yönetim listesini eleştiriyorum, ne de teknik direktör tercihlerini...
Ne Göztepe’yle bir derdim var, ne de Buca’yla...
Kulüplerimizin iç meseleleri kendi işleri...
Bizi ilgilendiren her konuda İzmir’in nasıl temsil edildiği...
Açıkça söylemem gerekiyor ki...
Hiç de hak etmediğimiz bir noktadayız.
Ve her zaman söylediğim gibi...
Bu konu sadece kulüp başkanlarının ve yönetim kurullarının problemi olarak görülmemeli.
Bu bütün kentin sorunudur.
Çözüm de hep birlikte üretilmelidir.
Spor yöneticiliği ateşten bir gömlek
KULÜPLERİMİZDE peş peşe kongreler yapılıyor.
Karşıyaka, Buca yaptı; sırada Altay’ınki var.
Ne sıkıntılarla yönetim kurduklarını çok iyi biliyorum.
Borç var, gelir yok.
Her sezon başı aynı sıkıntılar.
Geçen hafta kongresini yapan Fenerbahçe’nin Başkanı Aziz Yıldırım, konuşmasında şöyle demişti.
“İlk seçime giderken tek bir hedefim vardı. O da Fenerbahçe’nin yönetimini başkana endeksli olmaktan çıkarmak. Giderlerini başkan ve yönetimin karşıladığı değil; kalıcı gelirlerle karşılanan bir kulüp...”
Aziz Yıldırım çok eleştirilen bir başkan... Ama gerçeği söylemek gerekirse; Fenerbahçe gelirlerini en fazla arttıran ve kurumsallaştıran kulübümüz haline geldi.
Forma, naklen yayın, sponsorluk gelirleri her geçen gün artıyor.
Fenerbahçe birkaç yıl içinde 500 milyon dolarlık bütçelere ulaşmayı düşünüyor.
Bunlar önemli rakamlar...
Daha da önemlisi kurumsallaşmanın ve marka olmanın getirisi anlamında doğru örnekler.
İzmir kulüplerinde başkanlığa, yöneticiliğe soyunan herkesin işi çok zor.
Dün de öyleydi; bugün de öyle...
Eğer koşullar değişmez, kalıcı gelirler yaratılamazsa yarın da zor olacak.
Ege’deki tüm kulüplerimizin başarısızlığının altında yatan neden de budur.
İstikrarsızlık ve kurumsallaşamama...