İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ile geçen gün sohbet ediyorduk.
Dedi ki...
“Ben seçim yarışına Bornova Belediye Başkanı olmak için girdim. Kimse Ahmet Piriştina’nın aramızdan bu kadar erken ayrılabileceğini bilemezdi. İçimizden biri Büyükşehir Belediye Başkanı olacaktı. Tercih edilen ben oldum. Bu kararı genel merkezimiz de onayladı ve Büyükşehir Başkanı seçildim. Bu kararın onaylandığı gece eve gittiğimde düşündüm, önümde sadece iki hedefim olabilirdi. Birincisi eşimin, çocuklarımın, yakın çevremin başlarının dik yürüyebilecekleri, yüzlerinin kızarmayacağı bir hizmet dönemi geçirmekti. Çok şükür, bu konuda içim rahat. Eksikliklerimiz olabilir ama kimsenin hakkını yemedik. Tüm İzmirlilerin belediye başkanı olmaya çalıştım. Siyasetin dürüstlük, şeffaflık ilkeleriyle yapılması gerektiğini anlatmaya çalıştık. İkinci hedef ise partim adınaydı. CHP bayrağının İzmir’de yere düşmemesi için çabaladım, durdum. Ben CHP’nin kamu görevi yapan birinci koltuğunda oturan bir kişiyim. 2009 Mart’ında da bunu görerek ikinci hedefimi gerçekleştirmiş olacağım. Kimin başkan olacağından çok, CHP bayrağının dalgalanmaya devam etmesi benim için daha önemlidir.”
Aziz Kocaoğlu, seçimlerden altı ay önce kararını netleştireceğini birkaç defa tekrarladı.
Hatta bizler, “Bugüne kadar hiçbir seçimde altı ay önce başkan adaylarının isimleri belli olmamıştır” desek de, Kocaoğlu bu düşüncesinde samimi olduğunu üstüne basa basa dile getirdi. Geçen hafta bir-iki yazımda bu görüşleri hatırlatan yazılar yazdım.
Ve dedim ki. CHP’de de, AKP’de de, diğer partilerde de kimlerin aday olacağının kararı genel merkez tarafından verilecek. Daha doğrusu liderler düşünecek, bir tercihte bulunacaklar.
Ama aday adaylığı kişisel bir tasarruftur. Bu görevde olan belediye başkanı bile olsa aynı süreç geçerlidir. Ben Kocaoğlu’nu dinlerken ve kurduğu cümlelerde yaptığı vurguları düşünürken şöyle bir kanıya vardım. Kocaoğlu kamuoyuyla daha önce paylaştığı düşüncelere paralel hareket edecek ve kendisiyle ilgili kararı çok yakında netleştirecek. Yani bir işaret filan beklemeyecek. Elbette birtakım temaslarda bulunacak, bu görüşmelerden biri CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la olacak. Belki de kişisel kararını netleştirerek bu süreci başlatacak.
Böylece hem kendi duruşunu netleştirecek hem de partide aday adaylığını düşünen kişilere de yeterli zaman tanıyacak. Son karar hiç kuşkusuz genel merkezin olacak.
Zaten bunun aksini kimse düşünemez. Kaldı ki, birkaç gün önceki konuşmalarından birinde Kocaoğlu bu vurguyu da yapmıştı.
Özetle...
Birkaç gün ya da hafta içinde Kocaoğlu’nun yapacağı belli olacak.
Devam edip etmeme kararını alacak ve son sözü CHP lideri Deniz Baykal’a bırakacak.
İki güncel fıkra
Bazı özdeyişler ve saptamalar vardır ki günlük yaşamda karşılaştığınız birçok olay anımsamanıza yol açar. Mevlana’nın “Bütün dünyayı araştırdım, güzel ahlaktan daha üstün bir yaraşırlık bulamadım” veya Einstein’ın “Her şey görecelidir” sözleri gibi... Yetkin insan olmanın en önemli etmenlerinden ikisi olan iyi ahlak ve erdeme sahip olmanın hangi koşullarda gerçekleştiği veya korunabildiği de önemli. Bernard Shaw’a göre “Kimse size başka türlü olma fırsatını vermezse namuslu olmak kolaydır.”
Bazı fıkralar da sözlerin anlatamadığı pek çok şeyi anlatabilir. Pazar gününüzü neşelendirecek iki fıkra aktarmak istiyorum bugün sizlere. İlkini görevde olduğu dönemde Rektör Prof. Dr. Cemil Özcan’dan dinlemiştim. Geçmiş zamanda yaşayan çok dindar iki kardeşten biri dağda manastır hayatı yaşayıp, çobanlık yaparken, diğeri şehirde ayakkabı tamirciliğiyle uğraşırmış. Dağdaki çoban bir gün kardeşini özlemiş, şehre gitmeye karar vermiş. Hediye olarak da keçi sütlerini toplamış ve bir kesenin içine doldurmuş. Çobanın imanı o kadar güçlüymüş ki süt keseden sızmıyormuş. Çoban, kardeşinin tamirci dükkanına girmiş, elindeki keseyi duvardaki çengele asmış. Sarılıp, hasret gidermişler. Konuşurlarken kapıdan çok güzel, mini etekli bir hanım girmiş ve ayağını sehpanın üzerine dayayarak ayakkabısının kırılmış topuğunu göstermiş. Gördükleri karşısında çobanın kalbi bozulmuş ve çengele asılı keseden süt damlamaya başlamış. Durumu anlayan ayakkabı tamircisi, müşteri çıktıktan sonra kardeşini bir kenara çekmiş ve şöyle demiş: “Bak kardeşim, dağ başında nefsine hakim olmak kolaydır, önemli olan aynı işi şehirde yapabilmektir.”
* * *
Tarafımdan güncelleştirilmiş ikinci fıkra ise şöyle: Azgın bir fırtınada batma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir gemi, ışıklarını kullanarak imdat çağrısı yapmaya başlar. Bir süre sonra iskele yönündeki bir ışık çağrıya karşılık verir: “Bu tarafa doğru gel...” Gemi rotasını o yöne çevirir ve ışığa iyice yanaştığında mesaj gönderir. “Teşekkürler, ama şimdi lütfen kenara çekil, yoksa sana çarpacağım.” Işık yanıtlar. “Çekilemem...” Gemidekiler sinirlenir. “Nasıl çekilmezsin, ufak tefek bir gemicik değil, koskoca bir gemiyim ben!” Işığın yanıtı gecikmez. “Sen bilirsin, ben de Deniz Feneri’yim...“
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)