Deniz Sipahi

Deniz Sipahi

dsipahi@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

YILLARDIR biriktiririm. Güzel konuşmaları, güzel yazıları...
Beni etkileyen fotoğrafları...
Bazılarını hafızama kazırım, bazılarını kendi arşivime...
Örneğin ABD eski Başkanı Bill Clinton’un milenyum konuşmasını unutmak mümkün mü?
O günlerde “Olmaz...” denilen birçok ayrıntıyı zaman içinde konuşmaya, anlatmaya hatta yaşamaya başladık.
2000’nin ilk günlerinde küresel ısınma dikkatlerden kaçmıştı, gündemimizde pek yoktu.
Ama bir iki yıldır her yağmur yağışında sevinmemiz bize gösteriyor ki; küresel ısınmadan korkuyoruz.
Bu konuyu ilk hatırlatan Clinton olmuştu.
* * *
Örneğin Orhan Pamuk’un Nobel’i aldığı gün yaptığı konuşma...
Pamuk’un görüşlerinin çoğuna katılmam belki...
Ama Nobelli yazara sahip olmak bir Türk vatandaşı olarak beni çok mutlu etmiştir.
“Babamın bavulu...” ne kadar etkileyici bir konuşmaydı.
Bir hesaplaşma...
Bir özeleştiri...
Bir sorgulama...
Ve yüzleşme...
“Ölümünden iki yıl önce babam kendi yazıları, el yazmaları ve defterleriyle dolu küçük bir bavul verdi bana. Her zamanki şakacı, alaycı havasını takınarak, kendisinden sonra, yani ölümünden sonra onları okumamı istediğini söyleyiverdi...
Bu bavul benim için geçmişten ve çocukluk hatıralarımdan çok şey taşıyan tanıdık ve çekici bir eşyaydı, ama şimdi ona dokunamıyordum bile...
Asıl korkum, bilmek, öğrenmek bile istemediğim asıl şey ise babamın iyi bir yazar olması ihtimaliydi.
Babamın bavulunu asıl bundan korktuğum için açamıyordum. Üstelik nedeni kendime açıkça söyleyemiyordum bile...
Çünkü babamın bavulundan gerçek, büyük bir edebiyat çıkarsa babamın içinde bir bambaşka adam olduğunu kabul etmem gerekecekti. Bu korkutucu bir şeydi. Çünkü ben o ilerlemiş yaşımda bile babamın yalnızca babam olmasını istiyordum; yazar olmasını değil...”
Müthiş bir anlatım...
* * *
ABD’nin yeni Başkanı Barak Obama’nın yemin töreni öncesindeki konuşmasını da büyük bir dikkatle izledim.
Bir kopyasını arşivime sakladım.
Biraz dünyanın siyasi havasından, biraz da ekonomik krizin giderek derinleşmesinden politik bir konuşmaydı.
Yorumlarda insanı aradım.
Birey olmayı...
Özgür düşünmeyi...
Ve buldum.
İşte Obama’nın konuşmasında altını çizdiğim cümleler...
“Nesillerdir sürdürdüğümüz, tanrı tarafından verilmiş, vaad edilmiş bu kıymetli armağanı, bu kutsal fikri ileri taşımaya devam etmeliyiz. Her insan eşit yaratılmıştır, her insan özgürdür, her insanın sonuna kadar mutluluğun peşinden koşma hakkı vardır...”
“Mutluluğun peşinden koşma hakkı...”
Evet...
Herkes mutluluğu hayal etmeli...
Ve onun peşinden koşabilmeli...
İşte yeni dönemin sloganı...

Haberin Devamı


Bükçe... (Kadın dili)
ANKARA’DAN bayan bir meslektaşımın gönderdiği çok yararlı bir e-postayı özetliyorum.
Dışarıda yemeğe davet ettiği, yakında evlenecek oğluna babası “Bugün sana yeni bir dil öğreteceğim” der.
“Dilin adı Bükçe. Sen buna ‘kadın dili’ de diyebilirsin. Bir kadınla mutlu olmak isteyen her erkek Bükçe’yi öğrenmeli” diye ekler ve anlatmaya başlar.
“Dilin adını ‘Bükçe’ koydum, çünkü kadınlar net konuşmak yerine sözü eğip bükerler ve senin doğrusunu anlamanı beklerler. Çünkü bir taraftan ‘hayır’ yanıtı alıp kırılmaktan korkarlar, diğer taraftan kendileri leb demeden leblebiyi anladıklarından, bizi de kendileri gibi sanırlar. Erkeklerin on kelime ile anlattığı konu, Bükçe’de en az yüz kelime ile anlatılır. Örneğin ‘Bugün bir elbise aldım’ demek yerine gittikleri mağazaları, indirim oranlarını, denedikleri elbiseleri, pazarlıklarını içeren kocaman bir hikaye anlatırlar. Sakın ‘Ana fikre gel, kısa kes’ demeyeceksin, bu ‘Seni sevmiyorum’ anlamına gelir.”
“Kadınlar bir şeyler ima etmeyi severler ve biz de imalı konuşuyoruz diye düşünürler. Örneğin ‘Bir kaç kilo daha versem gelinliğin içinde daha iyi duracağım’ derse ‘Böyle de iyisin’ demeyeceksin; çünkü bundan ‘Daha güzel olabilirsin’ anlamı çıkar. ‘Sen zaten çok güzelsin, kilo vermeye ihtiyacın yok’ dersen, günün zehir olmaz. Kendisi annesini eleştirse de sen asla eleştirmeyeceksin; bunu hakaret olarak algılar ve asla unutmaz.”
* * *
“Kadın konuşmuyorsa ya da kısa konuşuyorsa önemli bir sorun var demektir. ‘Neyin var?’ sorusuna ‘Hiçbir şeyim yok’ diyorsa, Bükçe’de bu ‘Çok şey var, bana değer veriyorsan, ilgilen ki anlatayım’ anlamına gelir. Kadının ağzından çıkan kuru bir ‘Peki, olur, tamam’ Bükçe’de ‘Şimdi tamam diyorum, ama acısını sonra çıkaracağım’ demektir; ‘Peki canım, olur hayatım’ gibi bir hoşluk ekliyorsa korkmaya gerek yok. ‘Üşüdüm’ diyorsa, kalın giyin demeni, ya da kombiyi açmanı değil, ona sarılmanı istiyordur. Kadınların en nefret ettiği sözcük ‘Fark etmez’ dir; bunu ‘Hiç umurumda değil, ne yaparsan yap’ diye anlarlar. En değerli sözcükse ‘Seni seviyorum’ dur.”
* * *
Telefon çalar; nişanlısının “Salon perdelerinin rengine karar veremedim, yarın birlikte mi baksak?” sözlerini “Fark etmez, sen seç” yerine “Tabi canım, istersen birlikte bakabiliriz, ama ben senin zevkine güveniyorum” diye yanıtlar damat adayı; artık Bükçe’yi öğrenmiştir. Bu mesaj 22 yıl sonra mı gönderilir?” diye yanıtladım arkadaşımı; eşi de aynı tepkiyi vermiş.
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)