Geçen hafta akşam saatlerinde telefonum çaldı. Okuldan bir arkadaşım. Koleji beraber okumuştuk, sonra babasının görevi nedeniyle ailesiyle birlikte Paris’e gitti. Fransa’da üniversite okudu, mezun olduktan sonra bir Fransız bankasında çalışmaya başladı. Ardından da Türkiye’ye döndü, İstanbul’a yerleşti. Oldukça başarılı işler yaptı, şimdi bir büyük bankamızın, daha doğrusu uluslararası büyük bir bankanın genel müdür yardımcısı...
“İzmir’i de, seni de özledim. Geliyorum, öğlen yemek yiyelim. Beni Kemeraltı’na götür...” dedi.
Buluştuk, hasret giderdik.
Yıllar içinde sıkça konuşmuştuk, internet sayesinde gün içinde de birbirimizden haber alıyorduk ama yine de karşılıklı oturmak güzeldi.
Kemeraltı’nda “Balık Pişiricisi”ne götürdüm onu, sonra meşhur şambali tatlısından ısmarladım...
Üzerine de mangalda pişmiş bir kahve...
Arkadaşım görevi gereği çok sık yurtdışına gidiyor, gitmediği günlerde de yabancılar Türkiye’ye geliyor.
Her gün onlarca yatırımcının sorularıyla karşılaşıyor.
“2007’nin son çeyreğinden bu yana algılama değişti. Göstergeler kötüye gidiyor...” dedi.
Biraz yürüyelim dedik.
Dükkanlar, mağazalar boştu.
Bazılarıyla ayak üstü sohbet ettik.
İnsanlar keyifsizdi.
Benzer sözler ağızlardan çıkıyordu.
“Siftah yapamıyoruz. Çalışan sayımızı azaltıyoruz. Kirayı borçlanarak ödüyoruz. Nakit satış yapmayı artık unuttuk...”
Esnafın sıkıntısı bugünün konusu değil aslında yıllardır devam eden bir süreç...
Kemeraltı artık yangın yeri olmuştu.
İkimizin de canı sıkıldı.
Taksiye binip Alsancak’ta bir mağazası olan ortak bir arkadaşımızın yanına gidelim dedik.
Taksideki şoföre de aynı soruyu sorduk.
“İşler nasıl...”
Alsancak’a kadar nefes almadan konuştu.
Aylardır sigorta primini yatıramadığını, çocuklarının hastalanmasından korktuğunu...
Eşinin çalışmamış olmasını yıllardır idare ettiğini ama en sonunda temizliğe gitmesine razı olduğunu...
Kirayı geciktirmek için ev sahibiyle konuştuğunu, bir iki ay idare edeceğini...
Parayı ödeyip, taksiden indik.
İnerken de teselli edecek birkaç söz söylemek istedik ama taksici öylesine öfkeliydi ki eminim söylediklerimizin hiçbirini dinlemedi bile... Sonra arkadaşımızın yanına uğradık.
Kucaklaştık, eski günlerden konuştuk.
Bankacı arkadaşım, Kemeraltı’ndaki gözlemlerini, taksideki konuşmaları aktardı.
Alsancak’ın en iyi yerlerinden birinde mağazası olan dostumuz da eski günlere göre genel tablonun hiç de iyi olmadığını söyledi. Vadelerin uzadığını, tüketimin azaldığını söyledi. Bunlar aslında benim uzun zamandır gözlemlediğim olaylar ve sıkça yazmaya çalıştığım durum tespitleri...
Bankacılar da istatistik olarak gelişmeleri çok iyi takip ediyorlar.
Türkiye’de 2001’deki gibi bir kriz mi var?
Hayır, durgunluk var ama bunun adı bir kriz olamaz. Peki yaşadığımız nedir?
Bence büyük bir moral çöküntüsüdür.
22 Temmuz’dan sonra toplumun beklentilerinde yaşadığı hayal kırıklığıdır. Siyasetin ekonominin önüne geçmesidir. Hükümetin verdiği sözleri tutmamasıdır.
Yalnız aklımızdan hiç çıkarmayalım.
Uzakdoğu krizi de, Rusya krizi de Türkiye’ye iki, üç yıl gecikmeli gelmiştir.
Çünkü hükümetler gerekli önlemleri alamamıştır. Dengeleri bozulan ekonomik göstergeler düzeltilmezse eninde sonunda olacak bellidir. Bizden uyarması...