Mervyn King, geçtiğimiz Ocak ayında yapılan Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği’nin düzenlediği “Kurumsal yönetimin strateji ve sürdürülebilir büyümeye katkısı” konulu konferansın onur konuğuydu.
King, sürdürülebilirlik alanında dünyanın en saygın ve en etkili kuruluşu olan Global Reporting Initiative’in başkanı. Bir sivil toplum hareketi olarak bu kuruluş, Birleşmiş Milletler tarafından destekleniyor ve başta Fortune 1000 şirketleri olmak üzere dünyanın önde gelen kuruluşları çıkan raporları titizlikle izliyor.
Mervyn King, İstanbul’da iş dünyasının bir türlü içinden çıkamadığı sosyal sorumluluk felsefesini şu cümleyle özetlemiş.
“Sosyal sorumluluk, sivil toplum kuruluşlarına, hayır işlerine, bağışlara, okul gibi yatırımlara ne kadar para harcadığınız ve bununla övünmeniz değildir. Sosyal sorumluluk parayı nasıl kazandığınızdır.”
Bu sözlerin ne anlama geldiğini bu alanda Türkiye’nin en iyisi ve en stratejik düşünen ismine Salim Kadıbeşegil’e sordum.
Aynen aktarıyorum.
* * *
İşte bu cümle her şeyi ile kavramın yerli yerine oturmasını sağlıyor. Sosyal sorumluluk sadece ülkemizde değil tüm dünyada “Markaların kendilerini aklamak, yıkamak” için kullandıkları bir deterjana dönüşmüştü. Gelecek kuşaklardan ödünç aldığımız kaynakları har vurup harman savuranların, topluma şirin görünmek adına ve sosyal sorumluluk adı altında markalarına cila çekiyor olmaları, perde arkasındaki “sorumsuzlukların” üzerini birazcık ve geçici olarak örtüyor ama bütünüyle kapatmıyor!
King’in özetlediği “paranın nasıl kazanıldığı” gerçekten sorumluluk sahibi olup olmadığımızla çok yakından ilintili. Bir yandan sosyal sorumluluk faaliyetlerine bütçe ayıran ancak diğer yanda çocuk işçi çalıştıran, vergi kaçıran, işyeri ve işçi sağlığı ile ilgili önlemleri para harcamak korkusuyla almayan markaların ve işletmelerin nasıl sorumluluklarını yerine getirdiğini söyleyebiliriz?
Hesap verilebilirlik, iyi kurumsal yönetimin ana ilkelerinden biri... Ama aynı zamanda sosyal sorumluluğun da ta kendisi...
Sosyal sorumluluk, bireyin kendi içinde başlayan ve çalıştığı işyerinin kültürüne taşınan bir olgudur. Yani, kendi içimizde sosyal sorumluluk duygusunu taşımıyorsak, çalıştığımız işyerinin az veya çok bütçeli sosyal sorumluluk projelerini toplumla paylaşıyor olması “topal” bir uygulamadır. Bu nedenle, şirketlerin en üst düzey yöneticilerine çok önemli bir görev düşüyor; “onlar, önce kendileri sosyal sorumluluk alanında bireysel davranışları ile ‘role model’ olmak” durumundadır.
Günümüzde, çevresel etkileri önceden biliniyor olmasına karşın vurdumduymazlık ve aymazlık sonucu oluşan sanayileşmenin gelip de tıkandığı yer bir anlamda geçmişin pişmanlığıdır. Yaşlı dünyamız “oksijen ve temiz su” krizi ile karşı karşıyadır. Durum bu kadar ciddi ve gelecek kuşakların en az bizlerin kalite ve konforunda yaşanacak bir dünyası olmayacağının bilincinde iken “markaların kendilerini aklamak” amaçlı faaliyetlerine sosyal sorumluluk diyemiyoruz.
Dünyanın en büyük perakende zinciri WallMart tüm tedarikçilerine bir bildiri yayımlayarak 2008 yılından itibaren mağazalarında satılacak her bir ürün ambalajı üzerinde, o ürünün üretiminin neden olduğu karbon emisyonları miktarının yazılması zorunluluğunu getirdi. British Telecom tüm tedarikçilerinin GRI standartlarında raporlama zorunluluğu olduğunu açıkladı.
İsveçli TeliaSonera tüm çalışanlarını mecbur olmadıkça uçakla seyahat etmemelerini, araç kullanımında ise mümkün olan tasarrufu benimsemeye davet etti. Karbon emisyonları konusunda bir niyet gösterisi olarak...
Madalyonun bir yüzünde bunlar varken, diğer yüzünde sosyal sorumsuzluk yozlaşmasının bir çıktısı olarak sivil toplum kuruluşları için bir “pazar” oluştu. Bu pazar, çeşitli sosyal projelerin özel sektördeki kuruluşlar tarafından desteklenmesi nedeniyle ayrılan kaynaklardan oluşuyor. Böyle bir oluşum ister istemez sivil toplum kuruluşlarını bu pazardan “pay alma” yarışına yönlendirdi. Bu yarış doğal olarak sivil toplumu sivil toplum olmaktan çıkarmaya yönlendiriyor. Tek tutunacak dalımız olan sivil toplum kuruluşları sosyal sorumsuzluk bataklığına sürükleniyorlar! Ne uğruna? Markaları yıkamak, aklamak uğruna...
* * *
Salim Kadıbeşegil, 13 Eylül 1973 tarihli New York Times Gazetesi’nin Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman’ın ağzından verilen şu sözleri de hatırlatıyor.
“İş dünyasının sosyal sorumluluğu para kazanmaktır...”
New York Times o tarihte Friedman yerine Mervyn King ile söyleşi yapsaydı ve başlık “Sosyal sorumluluk kazandığınız para değil, bu parayı nasıl kazandığınızdır” şeklinde yayımlansaydı acaba bugün daha farklı bir dünyada mı yaşıyor olacaktık.
Kim bilir...
Not: King raporunu okumak ve GRI ile ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenlere www.globalreporting.org sitesini tavsiye ederim.